İnsanlığın bütünlük sorununu yakın örneklerde görmeye niyetlendik. Türkiye kültürler arası bir köprü olduğu için elverişliydi. Türkiye’nin batılılaşmaya çalışan bir İslam ülkesi olduğunu biliyoruz. Üstelik doğulu milletler arasında batılılaşmayı ilk deneyen ve hala batılılaşamayan bir toplum olarak dikkat çekmektedir. Bir imparatorluğun bakiyesi olması da politik felsefe ve kültür çalışmaları açısından Türkiye’nin çalışılmasını gerekli kılar.
İmparatorluklar bütünleştirici olmak zorundadır. Yaşamak için buna ihtiyaçları vardır. Fethedilen yerlerin tanrıları, kelimeleri, kültürleri devletin bir parçası haline gelir. Anadolu’da mukim halkın muazzam bir imparatorluğun mirası olduğu unutulmamalıdır. Burada dünyanın her tarafından gelen insanlar imparatorluk tutumunu sürdürerek yaşar. Genel tutum “işine geleni kullanma” olarak değerlendirilebilir. İmparatorluğun bakiyesi eski veya yeni tüm değerleri kullanarak yaşama eğilimindedir. Bu minvalde bizde batılılaşmanın üç yüz yıl sürmesine dikkat çekmeliyiz. Yeni ve eski kurumlar birlikte denenmiş, eski kurumlar engel olduğu düşüncesiyle cumhuriyet döneminde kaldırılmış, ancak cumhuriyet batılılaşması da bir araç olmaktan öteye gidememiştir.
Mevcut durumun kullanılması, yani statükoculuk aydınlanmış insanların kalbine hitap etmiyor. Tüm dünyada popülizm ve ayrımcılık yanlısı politikalar sadece cahil kesimleri etkileyebiliyor. Ayrımcılığı hukukun eksikliği olarak da tarif edebiliriz. Bir insan ayrımcılık yapıyorsa başkasının hakkını yemeye gayret ediyor demektir. Fanatizm her zaman bir başkasını mağdur etmek içindir. Irkçılık ve ayrımcılık sadece kötü insanların işidir ve kötülük de cehaletten kaynaklanır. Bu durumu Osmanlı Devleti’nde görüyoruz. Osmanlı Moğol ve Bizans mezalimi arasında sıkışan insanlığa hukuk getirmiştir. Osmanlı kendi devrine göre insanların haksızlığa uğramadığı ender yerlerdendir. Osmanlı’nın bireysel hakları koruyarak büyük bir devlet olduğunu söyleyebiliriz.
Osmanlı İslam ülkeleri arasında en büyük devlet olmayı hukuk ile başarmıştı. İnsanların bireysel farklılıklarını devrinin çok ilerisinde bir anlayışla kabul etmişti. Hukuk anlayışı devrinin gerisinde kalınca da devlet geriledi. İnsanların kendini ifade etmesi, yeni fikirler üretmesi ve kendini aydınlatması engellendi. Yaratıcı yıkım olmasın diye farklı fikirler bastırıldı. Ancak her şeyin bedeli vardı ve bedavaya aydınlanma olmuyordu. Aydınlanmadan korkmak geri kalmayı getirdi.
Bize geçmişimizden kalan çok önemli bir ders var. Osmanlı Devleti’nin bakiyesi dikkatle incelenmeli. Herkesin ortak değeri haklara saygı olmalı. Bir devlet bireysel haklara önem verdiği kadar önemlidir. Devletler hukuk ölçüsünde büyüktür.”Hukuk devleti” diye bir tanım gereksizdir. Devlet zaten hukuk demektir ve hukuk yara almışsa devletin varoluşu tehlikeye girmiştir. Hakkını alamayacağını düşünen toplum devlet için çabalamaz.
Osmanlı alimi Namık Kemal eserlerinde devletin bir eksikliğinden bahsetmektedir. II. Abdülhamit ile aynı vatanseverliği, aynı duyguları paylaşmaktaysa da devletin o eksiğini de yüzüne çarpmaktadır. “Hukuk” devletin o dönemki bir yarasıdır ve vatan şairi Kemal hukuk istediği için vatansever Abdülhamit tarafından zindanlara sürülmüştür. Tek yaptığı devletin en büyük sorununa dikkat çekmektir. Çünkü alimler hukuk olmayan bir yerde toplumdan söz edilemeyeceğini bilir.
Bize kalan Osmanlı gibi yakın ve kuvvetli bir örnekten ders almaktır. Biz yazılarımızda Osmanlı bakiyesi olan Türkiye’ye bu örneği tahlil ve tebliğ edeceğiz. Tarih ders demektir, ders almazsak alana kadar tekrar edecektir. Bir imparatorluğun bakiyesi olarak geçmişi iyi çalışmalı ve geleceğe çözümler bulmalıyız. Hukuk ile var olan, bireysel farkları devrine göre şaşırtıcı şekilde koruyan Osmanlı bize örnek olmalıdır. Çöküşün de bireysel farkları göz ardı etmekten geldiği vurgulanmalıdır. Dizinin ilk yazılarında insanlık tarihine göz atmak gerektiğini söylemiştik. Türkiye’yi örneklediğimiz bu bölümde ise tarihin bize ders verdiğini belirtmeliyiz.
Toplumun refahı için hukuktan başka bir gösterge yoktur. Devlet hukuktur, hukuka saygı duyan toplumlar yücelmiştir. Bütünlük içinde yaşamamız için parçaların hakları teslim edilmelidir. Toplum sağlam parçalar ile isteğini gerçekleştirebilir. Nerede kaybeden bir devlet var ise orada hukukun kaybettiği söylenebilir. Bireylerin kendini ifade etmesini sağladıktan sonra gelişemeyecek devlet yoktur.
Kadı efendi “konuşmadan aydınlanın” demişti, aydınlanmadan konuştular.
Bazen kızmadan edemiyorum. Keşke Osmanlı devleti gittiği yere huzur,barış kardeşlik götürmek yerine zulüm götürseydi ve oraları sömürü altına alsaydı diye düşünüyorum. Sonra iyi ki öyle olmamış diyorum. Nitekim tarihte sömürü zihniyetinde ki İngilizleri ve İspanyolları düşünüyorum ve tabi moğolları.. O zaman ki işgal et, sömür ve yok et stratejisi sanıldığı kadar etkili değil. Bu milletlerin günümüzde ki durumlarını düşünürsek tarihteki yaptıklarının pek de bir anlam ifade etmediğini sadece o dönemde belli bir süre nemalandıklarını gösteriyor. Osmanlı devletinin gittiği yerleri yok etmeksizin adalet götürmesi bana şunu öğretiyor. Bir yerde canavar varsa kapına gelmesini beklemeden canavarı ininde öldüreceksin. Çiçeği burnunda devletimiz teröre ve diğer zulümlere karşı bu mantık ta olsaydı ve tavizler vermesiydi şimdi çok daha iyi koşullarda, huzur içinde yaşayabilirdik. Osmanlı taviz vermediği ve anında tepki verdiği için 630 sene hüküm sürdü.