Hayatında güzel söz duymamış insanlar var. İki söz edemeyen kardeşler, çocuğuna kitap okumamış anneler var. Hayatın gerçeklerini anlatan eserler ağlamak için alınıyor. İnsanlığa ayıbını gösteren eserlerin korsanları bile geri dönüyor. En acısı da okuması gerekenler okumazken, yazdıklarımız okuyanlara dert oluyor.
Oyunumuz olması gerektiği gibi değildi. Güzel olması beklenirken rezalete dönüştü. Büyük bir potansiyel vardı, mahvedildi. İnsanın hikâyesinden bahsediyorum. İnsan mahvedildi, ama kendisi tarafından. Hiç sahnede kendini rezil eden bir oyuncu gördünüz mü? İşte siz bir tane, üstelik sahneden inmiyor da.
Sahnede kendinizi nasıl görürsünüz? Göremezsiniz, gösterirler. Seyirci size her zaman kendinizi gösterir. Hareketleriniz seyircide yankılanır. Güzelliğinizi veya çirkinliğinizi seyircinin tepkilerinden anlarsınız. Sahne yalnızca arz ederken seyirci hem arz hem talep eder. Sahne sarf ederken seyirci hem sarf hem tasarruf eder.
Hayat sahnesindeki seyirciler edebiyatçılardır. Aslında yazan herkes hayatın seyircisidir. Bizi bize anlatırlar. Sahnede olmayı değil, sahnedekini yazmayı görev edinmişlerdir. Sahnede olup biteni de yazarlar, sahnede olması gerekeni de. Sonuçta insanı insan yapan hayalleridir. Hayalleri de edebiyat işlemiştir. İşlediği kadar da izlemiştir.
İnsanı gözlemleyen yazarlar insana kendini anlatmıştır, anlatmaktadır ve anlatacaktır. Edebiyat son zamanların icadı değildir. Belki icatlar edebiyatın son zamanıdır. O ayrı tabi. Teknoloji seyirciyi tümden uzaklaştırmıştır. Artık tepkileri de suya yazmak gerekmiştir. Eskiler yüz kırk karaktere mahpus olduğumuzu görseler ne derlerdi acaba? Yine de şükür diyoruz, uzaklaşsa da yok olmadı edebiyat. Yok olmadı hayatın seyircileri.
Edebiyatçının işi olan biteni anlatmak, bir de hayalleri sözcüklere sığdırmak. Hayalleri modern hayatımıza sığdıramadığımız için olan biteni anlatmakla yetiniyoruz. Son zamanlarda olup biten garip bir şeyi edebiyattan okuyoruz. Biz olup bitiyoruz! İnanılmaz ama son zamanlarımızı yaşıyor ve bitiyoruz. Çok güzel bir hikâyeyi mahvediyor ve bununla övünüyoruz. Modern hayatın edebiyattaki terennümü bir uğultu halini alıyor.
Müthiş bir söz enflasyonu var. Edebiyatçı bunu anlıyor. Söz tarihte hiç olmadığı kadar kıymetini yitirdi. Güzel konuşma ya da iyi söz değil ekonomik olan makbul oldu. Çok şiir yazanı, çok kitap okuyanı deli diye yaftalıyoruz. Evini kitaplarla dolduranları ayıplıyoruz. Okuyamayacak kadar kitap alana deli diyoruz, ama harcayamayacak kadar çok para kazanana tapıyoruz. Kafasını kitaplara gömeni enayi, kuma gömeni de havalı sayıyoruz.
Hayat sahnesinde çok çirkin duruyoruz. Oysa insan olmak hayat sahnesinin bize verdiği önemli bir roldü. Değerlendiremedik ve kabullenemiyoruz. Güzel hayat sahnesinde inadına çirkin olmaya gayret ediyoruz. Sanki zirveye çıkmak istiyoruz, ama zirvenin ne olduğu belli değil. Doğaçlamanın cıvığını çıkarmışız ve suflöre küfrediyoruz. Beceriksizliğimizi bale minvalinde sunmaya çalışıyor, bazen de karagöz oyununa çeviriyoruz, ama seyirci yemiyor.
Edebi eserlere bakılınca bize dair pek de güzel bir şey görünmüyor. Edebiyat güzel, ama içinde hep bir hüzün var. Her hikâyede bir kayıp var. Her şeyin güzel olduğu bir edebiyata denk gelmiyoruz. Öyle olana ütopya diyoruz. Ütopya lafzını da dalga geçmek için kullanıyoruz. İdeal olanın gerçek dışı olduğunu baştan kabulleniyoruz. Bu işin olmayacağını öteden beri biliyoruz. Bilerek hayatın kötü oyuncusu oluyoruz.
Hayatın seyircisi olan edebiyat pek de iyi tepki vermiyor. Edebiyat bu sahneyi beğenmiyor. Uyarı olsun diye önce derin bir suskunluk içine giriyor. Sonra da şiir yazıyor. Şiir seyrin acısını çıkarıyor. Hayata isyan ediyor. Bazı seyirciler şen şiirler de yazıyor. Ne var ki edebiyat genellikle hüzünden haber veriyor. Sonuçta yazı mutluluktan değil, yokluktan vücuda geliyor. Hangi şiir yokluk çekmiyor, hangi seyirci oyunun sonunu merak etmiyor ki?
Kitap uğulduyor, edebiyatta bir homurdanma var. Bazen oyunun terk edildiğini görüyoruz. Teknolojik oyuncakların insafına kalan güzel sözler de beraberinde gidiyor. Rezalet devam ederse seyirci tümden terk edecek. Kendi başımıza oynamanın da âlemi olmadığı için sahnenin kapanması söz konusu. Eski oyuncu olmak bir şey değiştirmez. Seyirci istemedi mi oyun tutmaz. Edebiyatın uğultusuna daha çok kulak asmamaya devam edersek ne bizi anlatacak bir edebiyat kalacak, ne de anlatılacak bir hayat.
”Okuyamayacak kadar kitap alana deli diyoruz, ama harcayamayacak kadar çok para kazanana tapıyoruz.” Muhteşem bir bakış açısı. Gerçekten. Bu arada,
okuduklarımdan da şöyle de şiir ilham oldu.
Lisân-Edeb
Yüz kırk dört karaktere sığması için fikirleri,
Karakterinden harcıyor kimileri,
Oysa bir kelime ile anlatırken dedeleri,
Konuşmayı unutmuş nesilleri..
Edebiyattır fikre can veren,
Cânı seven,hüznü yeren.
Dil ile söze gelip,
Mürekkep ile kalbe düşen.
Sen sevmezsen nicedir,
Sevgi denen, aşkî verem.
Bir çift söz ise senden istenen,
Azat et! lisân-i edebî herdem.