D: Kavramlar bağlantılı zaten. Cinsellik, mülkiyet, şiddet kontrol etme arzusundan geliyor. Bazı kadınlar neden efendi erkek sevmiyor? Tarihin yükü bu, Vahşi doğanın içinde kötülük yapabilecek erkek onu koruyup hayatta tutar. En azından bunlar hayatta kalıp üremiştir. Makyajlı baldırı açık hanımları beğenmemizin sebebi yine geçmişimiz, cinsel birliktelik sırasında kadının yanaklarının ve dudaklarının aldığı rengi hatırlarsak kozmetiğin cinsellik reklamı olduğunu anlarız. Yani en altyapıları istismar eden bir onursuzluk. En azından bunların devamıyız. Nitekim hayat onursuzluğun bir devamı, ben ise bu kötülükten iyilik anlatısı çıkar mı diye merak ediyorum.
Y: Sen de diyorsun bak, biz bunun devamıyız. Bunları bir yükmüş gibi anlatıyorsun ama bunlar iyi yükler, bu yükler olmasa hayat, yani biz olmazdık. Bu yükü sünnet ve anlatı ile meşru kılmaya, rasyonalize etmeye çabalıyoruz. Sen ise uçyapı olacağım, yeni işler yapacağım diye yıkıcı davranıyorsun.
D: Yıkıcı mı yoksa yıkıp yapıcı mı? Ben dürüst olmaya çalışıyorum. Neden kontrol arzusunu aşk adı altında temize çıkarıyorsunuz ki bunu dürüstçe şiddet eylemi saysak daha iyi olmaz mı?
Y: Sence hangi toplum çocuklarını şiddet ürünü olarak yetiştirir? Olacak iş değil.
D: Öbürü de dürüst değil. Kadın başkasını seviyorum diyor ve efendi kocasını terk edip şerefsize kaçıyor. Halbuki sevgi falan yok, atalarına ve artyapısına sorgulamadan uyduğu için bu davranışı gösteriyor. Yani problem sorgulamayıp hayvan altyapısında kalmaları, insan görünümünde.
Y: Nefes almak da artyapı değil mi?
D: O artık stabilize olmuş bir altyapı, artyapı değiştirebileceklerimiz, tabi artyapılar değiştikçe altyapılar da değişebilir.
Y: Ama yerine ne koyacak? Ekonomi nasıl oluşacak?
D: Evet zaaflar hareket yaratıyor, ama biz kendimiz için konuşmuyor muyuz? Basit halk söz konusu ise midenin içinde her türlü rezalet olabilir.
Y: Evet, keşke başta tanımlaşsaydık,
D: Aynı dil oyununu oynamadıkça asla anlaşamayacağız, ben senin dil oyununa gelmiyorum sen de benim.
Y:Kavramların kısa bir tarihini verdin şimdi. Çok uçlara gitme de sana yetişeyim, anlayayım seni.
D: Anlaşılmak isteyen kim, ben anlamak istiyorum.
Y: İnsan birlikte anlamıyor mu? Bizden koparsan nasıl anlayacaksın? Üstelik bir süre sonra sana deli diyeceğiz.
D: Hepimiz deli değil miyiz, diğer canlılara göre? Ben olsam ne yazar?
Y: Bunun hoşuna gideceğini sanmıyorum, aşırı sosyal olduğumuzu çok defa dile getirdik. Ayrıca her zaman limitler vardır, dokunamazsın.
D: Ah şu limitler, dokununca yok olan.
Y: Hangi limit? Dokunan yok.
D: Mesela kadın hakları bir limitti, dokunduk norm oldu.
Y: Limit olması gerekliydi, sonra gereksiz oldu.
D: Ben de onu diyorum işte mülkiyet de böyle bir limit, dolayısıyla şiddet, dolayısıyla cinsellik. Dokununca yok olacak. İllüzyonu kalmayacak. Bakalım ne oluyor diye yaşadığımız bu hayatta limitlerle oynarız,aşınca anlamı kalmaz. Uzayzamanın içinde ne limitler var, bu çocukça limitlere mi kaldık?
Y: Kaldık tabi, şikayet ettiğin artyapılar bir merdiven görevi görmese nasıl dokunacaksın uçtaki limite?
D: Ben de diyorum ki yeterince analiz edersek limit falan kalmaz. En azından şu ilkel limitlerden kurtuluruz.
Y: İlkel limit dediğin başarılı iş modeli, mesela cinsellik olmasa çoğu kişinin hayatının anlamı olmaz. Çoğu çocuk doğmaz, kim bakmak için çocuk yapıyor?
D: Gerçekten çok zahmetli iş, ben hayatta yapmam.
Y: Görev olduğu için yapmak gerek, sünnet hem. Yakın anlamlı.
D: Ben bu argümana karamsar bir çekince ile karşılık vermek istiyorum. Görev dediğin de aklını es geçip saçmalığa devam etmek olabilir. Kötülüğün devamıyız, araçsallaştırılan atalarımız görev diye bir istismara uymuş.
Y: Hangi zeminle bunu iddia ediyorsun?
D: Demin söylediğin gibi nankör çocuklara yıllarca bakıyoruz sonra bizi beğenmeyip arkalarını dönüp gidiyorlar.
Y: Ömür boyu yanımızda dursa daha mı iyi? Kopup gitmesi için nankör olması, velisini beğenmemesi lazım. Artyapı böyle kurulduğu için yeni aileler kurulabildi ve yeni keşifler yapılabildi.
D: Bebeklerin ilk aylardan beri yalan, iftira ve halüsinasyon davranışlarını rutin yapmasına ne diyorsun? Sanki zarar vermek için doğmuş gibiler.
Y: Çocukların kamil insan olduklarını söylemedim. Diyelim ki çocuklar öyle, ama insanlar öyle mi? Hem ne kadar ilginç değil mi? böyle kötü bir varlığın senin gibi iyi bir insana dönüşmesi.
D: Benim iyi biri olduğumu mu düşünüyorsun?
Y: Tabi, dürüstsün, samimi yanıtlar veriyorsun. Bundan üstün ne olabilir ki!
D: Teşekkürler, ben senin yeterince dürüst olduğunu düşünmüyorum ama. Mesela dindarların argümanlarına katılıyor ve onlardan görünüyorsun.
Y: Deniz altında neden nefes almıyorsun?
D: Alamıyorum da ondan.
Y: Aynen öyle, ben de deriden nefes almıyorum, oyun benim için böyle kurulmuştu.
D: Ama isyan edebilirsin, nefes almaya olmasa da, dindarlara.
Y: Etmeyebilirim de, bu bilgi sisteminde oynayarak başka şeylere odaklanabilirim. Yani herkes senin gibi uç yapılarda bilgi üretme amacı gütmüyor, benimki daha çok bilginin öğretilmesi ve yayılımı. Üretmek için şüpheci olabilirim, ama yayılımı için basit açıklamaları kullanmak zorundayım. Solunumu değiştirmeye uğraşamam, deriden solumam fark etmez, daha önemli problemlerim var.
D: Evet, burada da bakış açılarımızdaki farklılık görünüyor. Neyin altyapı, artyapı olduğu ve neyin üstyapı ve uçyapı olması gerektiği. Yani biz kimiz ve kim olmalıyız, yani neyin devamıyız ve neyin devam etmesini istiyoruz. Asıl tartışma bu sanırım…