“Açılın yeni bir şey deneyeceğim.” dedi kendini filozof sanan deli. Bir web sitesinde acılarını dindirmeye çalışırken daha çok acıttığını fark etmişti. Daha güzel söyleyebilirdi. Herkes gülmeyi sevdiği için belki bu sefer insanlar beni sever diye düşündü. Hem güldürürken söylersen o kadar da ağır gelmiyordu insanlık.
Felsefi Komedi adlı dizimizi on dört haftada tamamladık. Felsefenin komedi olduğunu kast etmedik, hayat komedisi içinde felsefe yapmayı anlattık. Gülerken felsefe yapabilir miyiz, hayatla dalga geçebilir miyiz felsefece, sorduk.
Gülmek vahşi atalarımızın birbirini onaylama hareketiydi. Zamanla ekonomik bir şekilde birçok olaya verdiğimiz tepki halini aldı. Başkasının kaybettiği durumlarda “ben kaybetmedim” tarzı bir onaylama, gerçekler çarpıtıldığında “ben anladım” veya acı gerçekler dışa vurulduğunda “ben rahatım” onayı oldu. Şikayet ettiğimiz şeyleri aptal göstermek, sınırları aşarken rahatlamak da gülmenin içinde geldi. Gülmek rahatlama belirtisiydi, rahatlamak da gerçeği yenmek görünümündeydi. Zorlu hayatımızda zorluğu aşmanın nişanesi gibiydi. Herkesin acısı vardı ve bu hareket acıyı ötelemekteydi.
Varoluşsal acı içindeki insanlığın güçlü bir silahı, kendini kandırmanın ve onaylamanın iyi bir yolu diyebiliriz. Gülmek fazladan bir hareket değil, var olan sorunun yenilmesinden gelen sosyal bir tepkidir. Her zaman birlikte felsefe yaptığımız gibi, birlikte güleriz. Hatta bir sorun olmasına bile gerek yoktur, o kadar sosyaliz ki birinin boş yere gülmesi bizi güldürmeye yeter. Hareketin kökeni onaylamaya, rahatlamaya ve rahatlatmaya dayanmaktadır.
Felsefi Komedi Yazıları
1.Ebem Sokrates
Sokrates bir taş işçisinin oğluydu, kendisi de öyle oldu. Atina yakınlarında taş işçiliği yapıyordu. Emekliliği geldiğinde neyle uğraşacağını düşünmeye başladı. Aslında yeni bir şey bulması gerekmiyordu. Hep yaptığı gibi insanlarla uğraşmaya devam etti. Yalnız bu sefer ileri düzeye geçti. Çarşıda pazarda insanları doğurtmaya niyetlendi. Erkek kadın fark etmez, Sokrates doğurtmakta kararlıydı. Etme, tutma dedilerse de kar etmedi.
2.Tüm Aristolar Teles midir?
Son günlerde öğrencim Aristo’nun macera peşinde olduğunu duyuyorum. Okuldayken peşimden ayrılmazdı. Bana abi derdi. Şimdilerde benim felsefemin dışına çıkmak istiyormuş. Hâlbuki anam avradım olsun diye yemin etmişti. Tüm öğrencilere yemin ettirmiştim. İdealar kuramından ayrılmayacaklardı. Ah Aristo ah, ne gerek var, dertsiz başına dert alıyorsun.
3.Platonik Devlet
Akademi’yi kurduk kuralı işler çok kesat. Güzel kızlar felsefe yapmıyor. Hep oğlanlar gelince adımız oğlancıya bile çıktı. Hatta oğlancılığn mucidi olarak ismimi yazmışlardı, zor sildirdim. Haksız da değiller, sonuçta insanın canı sıkılıyor. Hem şehre iki vesait burası, kölelerin de eski tadı yok. Para verilmişle beleş yapılmış bir olmuyor. Acı gerçek, burası Atina; köleler, kadınlar ve fakirler hariç demokrasi.
Bu hikâyeyi diyaloglar şeklinde yazacağım, çünkü bu benim olayım. Müthiştir diyaloglarım, aklımda idealarım, gönlümde sarışınım, yerindedir uyaklarım, haydi başlayalım.Bir gün hoşlandığım kız geldi, heyecandan dilim tutulsa da idealarım yanımdaydı.
5.Her Türk Kendinin Foucault’sudur.
Fuku’yu düzgün yazdığımı düşünüyorum. Mesleğim filozofluk. Felsefe okudum yani. Her halde filozof oluyorum. Ama kimse filozof aramıyor. Part time çalışmaya bile razıyım ama yok işte. Menajerim annem, sağda solda felsefe okuduğumu anlatmaya çalışıyor. Ancak kendisi de dâhil kimse felsefenin ne olduğunu bilmiyor. Matematik falan olduğunu düşünen var, buna da şükür.
6.Far Abi
940 yılında Türk göçebeler arasında bir tartışma çıkmıştır. Kimse ortak bir uzlaşı oluşturacak kadar bilgin değildir. Bazı sorulara yanıt verilmelidir, ancak “oba” soru sorma yeri değildir. Soru sormak için şehre gidilmelidir. Şehirlilere de pek güven olmaz, ama neyse ki tanıdık biri vardır. Bilse bilse Far Abi bilir, o yardımcı olur diyerek Bağdat yolu tutulur.
7.Konfüçyüs’ten Konfüşyüsçülük
Milattan önce 400’ler, Yunanistan’da kalabalıklar Sokrates’i dinlemiyor. Kimse felsefeyi takmıyor. Aynı zamanda yaşayan Buda’yı Hindistan ormanları dışında pek dinleyen yok. Çin’in Lu devletinde ise Konfüçyüs yaşıyor ve onu da sallayan yok. Filozoflar krallara ve kalabalıklara sözünü dinletemiyor. Neyse ki öğrenciler var. Öğrenciler ve düşünen insanlar fikirleri yayıyor ve iki bin beş yüz yıl sonra onları okuyabiliyoruz.
8.Deli Markıs
Anadolu’da deliyi parayla test ederler. Paranın önemini bilmiyorsa delidir. Kasabanın birinde filozof olduğu sanılan adamın aslında deli olduğu bu sayede anlaşılmıştır. Felsefe yapması hadi neyse de paraya iman etmemesi bardağı taşırmıştır.
9.Post Yapısal Ltd. Şti.
Her Türk’ün bir gün müteahhit olacağı müjdelenmişti. Kentsel dönüşüm borusu çaldığında herkesin içindeki inşaat ruhu dışarı çıktı. Memlekette hiçbir şey inşaattan önemli değildi. Aslında ahlak yokken inşaat olsa ne olacaktı ki? Ama kimse soru sormuyordu. Herkes uyuyordu. İmar kanunu imarı yok ediyor, çevre yönetmeliğinin çevresinden dolaşılıyor, vatandaşlar vatanı mahvediyordu.
10. Niçe Niçe Yıllara
Niçe(1844−1900) hayatı boyunca sağlık sorunlarıyla uğraşmıştır. Bir de insanlığın sorunları vardır ki asıl sağlık sorunları haline gelmiştir. İnsanlık ve hastalıklar hayatını kuşatmıştır. Öyle acılar çekmektedir ki kendini klasik Latin ve Grek filolojisine vermiştir. Müzik ve hayat kadınları da cabasıdır. Sorunlu bir hayat yaşamıştır. Gençliğinde kaptığı hastalıkları ve felsefeleri içinden atamamış, uğraştıkça uğraşmıştır.
11.Acı Tatlı Schopenhauer
Arthur Schopenhauer(1788−1860) tüm isteklerin acıdan doğduğunu, daha çok isteğin daha çok acı çekmek anlamına geldiğini düşünmektedir. Ona göre hayat acıdır. Bir gün alışveriş yaparken neşeli bir cüce görür. Kendisinin yarı boyundaki bu adamcığın hayatının ne kadar da acı geçtiğini düşünür. Ancak cücenin neşeli olmasına anlam veremez. Cüceyi dövmek ister. Döveyim ki hayatın acı olduğunu anlasın der. Ne var ki başkalarına cüce döven biri olarak görünmek kendine acı olarak dönebilir.
12.Dilimin Ucunda Wittgenstein
Ludwig Wittgenstein’ın(1889−1951) kim olduğundan daha önemli bir şey var. İsmini telaffuz etmek! Wittgenstein temel seviye entel muhabbetlerinde ismi geçince bir şey biliyormuş hissi yaratan ender isimlerdendir. Hegelyan diyalektik, emeğin yabancılaşmasıve paradigma kayması gibi hava atma araçlarındandır. Adını telaffuz ettiğinizde “aha Wittgenstein dedi!” olur ve o andan sonra yarım saat pasif etkiyle “bir şeyler biliyor” konumundasınızdır.
13.Kamüsel İntihar
Bir adam varmış, seveni yokmuş. O da felsefeye yönelmiş. Albert Camus[Kamü(1913−1960)]’nün Yabancı eserini sipariş etmiş. Siparişte “bu kitabı alanlar bunu da aldı” kısmında yağlı urgan ve zehir görünce kuşkulanmış. Yine de sipariş etmiş, intiharsa intihar, felsefe cesaret gerektirir. Yalnız kargocu kapıyı çaldığında kapıyı açmamış, ölmekten korkmuş. Kitabın onu ölüme ikna etmesinden çekinmiş.
14.Heidegger Benimle Ol
Leibniz mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı söylüyor, mekanik bir evren kuruyordu. Kant akıldan deneyime gitmeyi öneriyor, evrenin her yerinde bir kanun olacakmış gibi davranmamız gerektiğini söylüyordu. Hegel bilginin kendimizi aramak olduğunu söylerken bu arayışta diyalektik, yani uçları uzlaştırma yöntemiyle tekrarlar yaşadığımızı öne sürüyordu. Schopenhauer daha fazlasını istedikçe daha fazla hayat ve acı çektiğimizi; Marx işçilerin daha fazlasını hak ettiğini; Nietzsche hepsinin saçmaladığını, Wittgenstein saçmalamanın mümkün olmadığını anlattı. Sadece Alman filozofların derin felsefelerini okuyan felsefe tarihçileri anladı, Alman pornosunun temellerini.