İçindeli

Orta halli bir yıldızın etrafında dönen mahzun gezegen “bu mu yani hayat” dedi. Yıldızın çekim alanında dönmek tamam da, milyar yıldır tekrar etmesi bayağı gelmişti. Hayatı üzerinde denetime sahip olmamayı çok içerledi.

Hayatını yadırgama durumundayken evrenin merkezindeki ikiyüzlülükten ve atomun parçacıkları arasındaki dedikodudan haberi yoktu. Bunu söyleseniz de saçma bulurdu. İçinde saçma geçen cümlelerden hoşlanıyordu, gezegen dilinde.

Yıldızdan bağımsız olmak gezegen kamuoyuna göre saçmaydı, ama bu kontrol dışı gidişat da anlamsızdı. Üstelik sonunda ölüm kaçınılmazdı. Mahzun gezegen düşüncelerini uzun bir süre kimseye söyleyemedi, maazallah deli derlerdi adama.

Başkaları onun bu mahzun halini görüp hal hatır sorduğunda çaktırmıyordu. Yörüngeyi saçma bulmak işitilmiş şey değildir. Mahzun gezegen yine de içinde tutmuyor, arada bir şaka yollu dile getiriyordu. Diğer gezegenler bu şakayı pek seviyordu, ancak gezegenlerden biri hep aynı şakanın yapılmasından şüphelendi. İsyan etmeyi teklif etti. Mahzun gezegen dünden hevesliydi. Hemen kabul etti ve yılların birikmişliğini dışa vurdu. Mahzun gezegenin ifadeleri karşısında bütün sistem şaşkınlık içinde kalmıştı. Kütle çekimine ilk isyan böyle başladı.

Bir Planck zamanı kadar sonra hiçbir şeyin değişmediği fark edildi. Bu durumdan yalnızca mahalle baskısı miras kaldı. Mahzun gezegen sistemin iç güveyisi gibi muamele görmeye başladı. İki taraf için de sıkıntı verici bir hal vardı. Ne var ki şüpheli bakışlar dışında bir şey değişmedi. Hayat nasılsa öyle geçip gitti. Yalnız hepsi en az bir kere düşündü: gezegenliğin olayı neydi, gezmek değilse?

Ecel gelip çattı, mahzun gezegenin bedeni yaşlanmıştı. Yıldızın çekim alanında yıldıza iyice yaklaştı. Tam çarpmak üzereyken yıldız “kusura bakma” dedi, “kişisel bir şey değil, ben de galaksinin kurbanıyım.”  Bu konuşma 1.2 milyon yıl sürdü. O sırada oradan geçen küçük kayalar yıldıza katılmak için sabırsızlanmaktaydı. Biri diğerine “hidrojen mi helyum mu” diye sordu. Ama bunu kimse duymadı. Mahzun gezegen ise kayaların konuşabileceği fikrini saçma buluyordu.

Mahzun gezegenin üzerinde canlılar vardı. Sistemden haberdar değillerdi. İçinde oldukları gezegenin düz olup olmadığını bile merak etmiyorlardı. Tabi ki düz olmalıydı, ancak birileri bunu kontrol etse iyi olurdu. Hiç kafaya takmadılar. Otlamaya devam ettiler.

Yeşildi otlar, siyahtı koyunun biri. Kara koyun dediler, aldırmadı, utanmadı farklı olmaktan. Kimseye eyvallahı olmazdı, aç kalmadığı zaman. Zeki ve çalışmayan takımından, yani otlamıyordu yeterince, tanrının istediği ölçüde. Ondan beklenen şey sadece olmaktı, olmak ve bunun dışında hiçbir şey. Ama olmak dışında bir şeyler vardı, kara olmak gibi, kaçınılmaz yanlışlık.

Bilemiyoruz ihtiyaçtan mı yoksa rahat mı battı, kara koyun felsefe yapmaya başladı. Ot mudur bu hayat, nedir anlamın anlamı? Neydi derdi bu kara koyunun? “Sizin işiniz de zor be abi” dedi olağan bir koyun, hele ki kapkara yünlerle sürüden ve sıradan. Kara koyun otlayamıyordu otu sorgulamadan.

Yine de koyun olmak ortak paydasında, koyunluk dairesindeydi marjinalite.  Yine de getiriyordu geviş, ama kendi cümleleriyle. Güzel meliyordu, kimse felsefesini anlamasa da meleyişine herkes hayrandı. O da meleyerek şüphe etti, sorgulamada bulundu.  Neyi bilebiliriz dedi, neler imkân dâhilinde?  Kim, kiminle, ne zaman, isim, şehir, nerede?

Falan filan derken geçti hayat felsefeyle. Kesim zamanı geldiğinde, şöyle bir baktı çevresine: Hayat dedi, me…

Koyunu kestiler, ancak koyunun içindekiler bu durumdan haberdar değildi. Koyunun milyonlarca sakini günlük işlerini yürütmekteydi. Dışarıyı da pek merak eden yoktu.

Koyun kalbinin merkezinde, koroner arter yöresinin köylerinden birinde bir bakteri yaşardı. Yiğit bakteriydi, kimseye eyvallahı olmazdı. Yaşamaksa yaşamak! ölümden de korkmazdı. “Geçmişimin bir sonucuyum” derdi. Kendisi bir şey yapmamıştı. Günahıyla sevabıyla çevresinin eseriydi.

Zararlı bakteri miydi faydalı mı belli değildi. Tek bildiği ötekilerden pek haz etmediğiydi. Diğer bakterilerle pek geçinemiyordu. Bakteriliğin varlığını sorguluyor, yaşamanın gerekliliğinden şüphe duyuyordu. Neden yaşamak gibi bir zahmete giriştiklerini anlamıyordu. Birbirini yiyen, ötekine saygısı olmayan bakterioğlu belki de yok olmalıydı.

Bakteri tanrısına dua ettiği zamanlar geride kalmıştı. “Artık sadece kendime faydam var” dedi. Bu anlayışa ulaşmada en büyük suçlu ya tanrıydı ya da tanrı tam olarak böyle olmasını istiyordu. Dünyaya çok yumuşak davrandığını hissetti. Sonra tahammül edilmez bir zulüm başladı. Ne kardeş dinledi, ne akraba, nezaket kurallarını da hiçe saydı.

Hayatı boyunca içinde taşıdığı öfkenin yok olması şaşırtıcıydı. Halbuki içindeki yoksulluk hep sürecek gibiydi. Her şeyi hesaba katmadığına dair bir fikir oluşmaya başlasa da, artık hayat anlamsızdı. Etrafta iki lafın belini kıracak bir bakteri de kalmamıştı.

Kimsesizliğin sadeliğinde hayat aşikar oldu. Tarihte ilk defa hayatın asıl olayı dışa vurulacaktı ki dışarıda kimse olmadığından artık anlamı kalmamıştı.

Bakterinin içinde de bir şeyler vardı tabi, ancak o düzeydeki hayatı kendimizden saymıyoruz. Yine de söyleyelim, daha da içeride kimse kimsenin molekülünde değil, kimsenin protonuna yan gözle bakılmıyor.

Leave a Reply