Bir yanda petrol parasıyla gününü gün eden krallar, bir yanda da açlık içinde birbirini öldüren Müslümanlar. İslam ülkeleri batıdan silah alıp birbirlerini vurma yarışında. Şu günlerde zengin Araplar birbirine düşmüşken başka derdimiz yok mu? diye düşünüyor insan. Peygamber mesleği sayılan siyaset nasıl Müslümanları birbirine düşürür? Kitap, sünnet, içtihatta ve her fırsatta dinin temeli olarak emredilen adalet neden en büyük eksikliktir? Bu her zaman böyle olmamıştır. Petrol Müslümanları savurganlık içinde sıkıntıdan birbirine sarmışken esas Müslümanlar adaleti öğütlemiştir. Klasik çağında İslam düşünürleri siyaset felsefelerinin merkezine adaleti yerleştirmiştir.
Adalet insanlar arasında düzenliliği, hakkaniyeti ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlaki erdemdir. Davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek gibi manalara da gelir. Orta yol, benzer, istikamet gibi manalardaki Arapça adl kelimesinden gelir. Adalet İslam düşünürleri arasında ahlak, fıkıh ve hadis alanlarında birbirine yakın anlamlarda kullanılmıştır. Kur’an’da ve hadislerde denklik, gerçeğe uygun hükmetme, dürüstlük gibi anlamlarda kullanılır. İntifar suresinde insanın fizyolojik uyumu, başka ayetlerde de insanın manevi yapısındaki denge anlamında yer alır.
Peygamberin adaleti insanların arzularını hesaba katmadan ilahi emirleri ve ebedi gerçekleri uygulamasıdır. Başkalarının telkinlerinden etkilenmeyen ruhi denge ve ahlaki kemal olarak düşünülebilir. Kur’an’da İslam ümmetinin bir vasfı olan vasat kelimesi müfessirlerce adalet anlamında yorumlanmıştır. İslam aşırılıktan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayatı öğütlemiştir. Allah nezrinde en üstün değer olan takvaya nail olmak için adil olmak şarttır. Adalet ayrıca ilahi kelamın bir niteliğidir.
İslam felsefesinde adalet ontolojik bir kavram olarak ele alınmış, feyz veya sudur sırasında her varlığın kendi mertebesine göre ilk varlıktan(Allah) pay alması şeklinde açıklanmıştır. Farabi adalet sıfatının Allah’ın zatının dışında değil, cevherinde bulunduğunu söyler. Ona göre insanın yapısında da adalet vardır. Kalbin hizmetindeki beyin onu dengede tutar ve sağlıklı işlemesini sağlar. Vücuttaki unsurların dengede çalışmasıyla sağlıklı bir şekilde işleme, yani adalet gerçekleşir. İslam filozofları genel olarak varlığın her cüzünde adaletin tecelli ettiğini söyler. İslam ahlakçılarına göre insanda bilgi gücü, öfke gücü, şehvet gücü olmak üzere üç temel güçten hikmet, şecaat ve iffet doğar. Adalet ise bunları içine alan uyumlu bir sonuçtur. İslam ahlakçıları içinde ilk üç fazilet farklı farklı isimlendirilmişse de dördüncü fazilet hep adalet olarak dile getirilmiştir.
İslam düşünürleri kainatın her alanında nizam olduğundan hareketle medeni varlıklar olan insanlarda da nizam ararlar. İbni Sina’ya göre evrenin düzenini sağlayan ilk inayet toplum düzenini sağlayacak bir salih insan varlığını mümkün kılmıştır. Esasen İslam felsefesinde peygamberlik ilahi inayetin zorunlu sonucu ve adalet ilkelerinin dayanağı olarak görülmüş ve siyaset de peygamber mesleği sayılmıştır. İslam felsefesinde yöneticiler aşırılıktan uzak anlamında adaleti gözetmeli ve ahlaka uygun yaşamalıdır. Ne sert ne de yumuşak kanun olmamalı, denge kurmalıdır.
Adaletin yakın olduğu bir kavram da eşitlik(müsavat) olarak karşımıza çıkar. İbn Miskeveyh bunları eş anlamlı sayar. Farabi ortak menfaatlerin paylaştırılması ve korunması olarak adaleti ayırır. İbn Miskeveyh’e göre az iş yapan mühendis çok iş yapan işçinin çalışmasına denktir. Ona göre adalet ve eşitlik temininde temel dayanak din olmalıdır. Temel vasıtalar ise Aristo’nun dediği gibi konuşan kanun- hakim ve sessiz kanun paradır. Önce Allah, sonra hakim ve para dengeyi sağlamada öncülerdir. Miskeveyh görüşlerini Aristo’ya dayandırsa da Aristo’da Tanrı ile ilgili bir ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte Aristo köleleri adaletin dışında tutarken İslam ahlakında böyle bir ayrım yapılmamıştır.
İslam felsefesini derinden etkilemiş olan Eflatun ve Aristoteles’de siyaset ve ahlak bağlantılıdır. Eflatun’un Devlet, Yasalar ve Devlet Adamı; Aristo’nun Nikhomakos’a Etik ve Politika eserlerinde ve İbn Rüşd’ün Devlet’e yazdığı Telhis’te bu durum görülebilir. Klasik İslam düşünürleri siyaset ve ahlak ilimlerini özellikle nazari ve ameli olarak ikiye ayırmış ve insanın toplumda nasıl yaşaması gerektiğini betimlemişlerdir. Nazari olarak İbn Sina, ameli felsefede de Farabi akla gelmektedir.
Kindi insanın yetkinleşmesini “insanın gücü ölçüsünde Allah’ın fiillerine benzemesi” şeklinde tarif eder. Razi ahlaki hayatın adalet ile gerçekleşebileceğini düşünür. Razi nefsi aklın karşısına koyar ve adaleti akla dayandırır. Ona göre nefsini denetleyen öfkesini ve bedenini de denetler ve öteki alemde kendini korur. Farabi iffet, şecaat, cömertlik ve adalet faziletlerinden sayar. Adalet onun siyasi bakışında şehir halkının ortak olduğu iyi şeylerin onların hepsinin arasında paylaştırılmasında ve bölüşümün korunmasında olur. Ayrıca ahirette ruhların layığını göreceğini ekler.
İslam filozofları adaletin ancak peygamberle gerçekleşeceğini, peygamberin toplumu maddi ve manevi açıdan geliştirdiğini düşünür. Adalet siyaseten merkezdedir. Ahlaki olarak da erdemlerini yerine getiren insanın siyasi ortamda toplum içerisinde eşitlik içinde yaşamını sürdüreceği düşünülmektedir. Böyle bir yaşamla öte dünyada da mutluluğa ulaşılır.
Ayrıca Bakınız
- Adalet Nedir Adalet Felsefesi
- Dünya Neden Adaletsiz?
- Türk Adaleti- İlkel Hukuk
- Roma Adaleti- 2 bin Yıllık Devletin Kökleri
- Hak nedir- Anlamı
- Eşitlik Nedir
- Gyges’in Yüzüğü
Kaynakça
- Mustafa Çağrıcı, Adalet, DİA
- Cüneyt Kaya, İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, İSAM Yay.
- M. Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak
Adalet kaybolursa bundan fazlalık ve eksiklik şeklinde iki taraf doğmaz, sadece karşıtı doğar ki o da cerd(sıkıntı, zulüm)’dir. Gazali (İhya III, 54.)