Namık Kemal aracılığıyla Osmanlı son dönem düşüncesini tahlil etmeye devam ediyoruz. Son olarak Kemal’in nezdinde hukuk anlayışına göz atmak gerekecektir. Kemal ve Yeni Osmanlı düşünürlerinin en çok dikkat çektiği konu “hak”tır. Son dönem aydınlarının çabalarını bir “hak mücadelesi” olarak niteleyebiliriz. Kemal bu dönemde en önemli hukuk felsefecisi olarak görülmekte ve günümüzde dek hukuk hayatımızı etkilemektedir. Namık Kemal ve hukuk, çağdaş düşünce hayatımızı anlamak için incelenmesi gereken konulardandır.
“İcrâ-yı hak için geçer âdem hukûmete
Haktan ziyade hükûmeti icraya sa‘y eder”[1]
(İnsan hakkın yerine getirilmesi için hükümete geçer, ancak haktan daha çok kendi hükmünü uygulamaya cüret eder)
Kemal’e göre şeriatın akıllı ve adil kuralları Montesquieu’nun bahsettiği doğal hukuktan başka bir şey değildir. Kanunların çıktığı eşyanın tabiatı ile tasavvufi mahiyette bir Tanrı kavramı arasında ayniyet kurulabilir. Şöyle der: “Vaz- ı kanun edenlere göre hüsnü mücerret nokta-i nazarından bed ile revabıtı zahire çıkarmaya çalışmaktan büyük bir vazife olamaz. Bizde hüsn ve kubhı şeriat tayin eder. Ebnay-i vatan arasında revabıtın hüsn-i mücerrede muvafakati ise yine vukuatın o mehakk-ı adalete tatbikiyle bilinir.”
Hukuk makalesindeki bu fikirler hâlihazırda bulunan bir düzene uyum talebidir. Şeriata uygunluğuna göre “hak” tayin edilir. Kötü ile iyiyi ayıranın doğal hukuku uygulayan şeriat olduğu tasavvuru vardır. Kötü ve iyi doğal kurallarla belirlenmiştir. İyilik doğal düzene uyumdan gelir. İbrahim Agâh Çubukçu’ya göre Kemal’de Montesquieu ve Rousseau etkileri görülür. Kemal Avrupa kaynaklı “tabii hukuk” ile İslam hukukunu bağdaştırılabileceğini düşünür. Rousseau, Montesquieu, Locke gibi batılı düşünürlerden etkilenen ancak bu etkileri İslâmi bir anlayışla ortaya koyan bir düşünür görmekteyiz. Tabii hukuk yerine şeriat, halkın egemenliği, hürriyet, toplumsal sözleşme yerine de İslâmi sentezler koyma çabasındadır.[2]
Kemal’in bahsettiği doğal ve ilahi hukuk insanlara özgürlük vermiştir. Ona göre insan kaderini özgür iradesiyle saptamalıdır. Sabrı ve tevekkülü yanlış anlayarak tembelliğe yönelmemelidir. İnsan özgür doğmuştur. Akıl ile hareket ederek doğal haklarını savunmalıdır. Kemal aydınlanma filozoflarından büyük etkiler taşısa da, bunu İslami çerçevede sunar. Kemal’e göre Allah, aklı ve irade özgürlüğünü insanlığa armağan etmiştir.[3]
Fındıkoğlu Kemal’in Paris’te hukuk tahsili aldığını belirtir. Başka yazarlarca da hukuk dersleri aldığı belirtilmektedir.[4] Fındıkoğlu’na göre Kemal çağdaş hukuka ait eserleri tercüme ediyor ve telif eserlerde de felsefe yapıyordu. Kemal Montesquieu’nün Esprit des lois eserini “Ruhu’l Şerâyi” adıyla; De La Grandeur Et De La Deeadence Des Romaıns eserini “Romalıların İkbal ve Zevali Hakkında Mülâhazat” adıyla; Contrat social eserini “Şeraiti içtima” adıyla çevirmiştir.[5] Fındıkoğlu neşrolunmamış eserlerden de bahsederek, Kemal’in kendini hukuki idealizme adadığını söyler. Hukuk felsefesinin Yunanlı filozofları ile Osmanlı’daki temsilcisi olarak Kemal’i mukabele eder.[6]
Kemal’in hukuk felsefesini anlattığı Hikmet-i Hukuk makalesinde aklın belirleyici niteliği ile idalist bir duruş sergilediği görülmektedir. Ona göre evrende akıldan başka ayırt eden yoktur. Dolayısıyla akıl için kanıta ihtiyaç duyulamaz. Anlayacak olan akıldır. Eylemlerin belirtisini, deneyimlerin sonucunu akıl anlar. Aklın temyiz kuvvetini onaylamayanlar idrakten yoksundur.[7] Aynı makalede insanın toplum haricinde yaşayamadığı ve toplumun içinde de rahat edemediği belirtilmektedir. Doğanın acımasızlığının toplumun savaşlarına mukabil olarak tercihi zorlaştırdığını söylemesi Rousseau’dan etkilendiği görüşlerinden biridir.İnsanın mutluluk ümidiyle yaşadığı, mutlu olma hedefiyle çalıştığını söyler. Toplum halindeki mutluluk da herkesin yetenekleri ölçüsünde pay aldığı zaman gerçekleşecektir. Bunun için adalet hüküm sürmelidir. Adalet toplum halinde yaşayan insanın mutluluğunu gerçekleştirmede başlıca araçtır.[8]
Bizde kamuoyu (efkâr-ı umumiye) olup olmadığını soruşturduğu Efkâr-ı Umumiyye adlı makalesinde “insanın dünyaya özgür geldiğini ve her türlü işi icra edebileceğini” söyler. Bu özgürlüğü korumak ve insanoğlunun selametini sağlamak için büyük bir güç teşkil etmek gerekmiştir. Toplum içinde bu güç yine toplumdur. Doğal hukuk ve ona hizmet etmek için tayin olunan mevzuat(kabul edilmiş) hukukunu korumak toplumun gücüne emanet edilmiştir.[9] En kötü zamanda bile toplumun refahına kast edilmemelidir. Osmanlı’daki ihtilaller, diğer ihtilallerin aksine, halkın can ve mal güvenliğine zarar vermemiştir. Siyasi ahlakımız olduğundan ihtilalciler fedakâr davranmıştır.[10]
Hak Kemal’e göre “tabâyi’i beşerden mehâsin-i mücerredeye mutabık olarak münba’is olan revâbıt-ı zaruriyedir.”(İnsanın tabiatından manevi güzelliklere uygun şekilde ortaya çıkan zorunlu bağlılıklardır.) Kanun koyanların en büyük amacı soyut güzellik açısından kötü ile düzenli olanı ortaya çıkarmaktır. Kötü ile iyiyi ayıranın doğal hukuku uygulayan şeriat olabileceği ve güzel olana adaletin tatbikiyle ulaşılabileceği söylenmektedir.
“Şüphe yok ki şeriat ve hikmet ve insaniyet nazarında zaten müsavat üzere mecbûlolan benî-beşer, müsavatın en şumüllü(kapsamlı) manasına yani her vechle birbirinin halinde bulunmak istidadına mâlik değildir. Bir Müslüman ihvan-ı tıynetini(yaratılış kardeşlerini) ihvan-ı dini(din kardeşleri) ile kâffe-i ahvalde(her durumda) müsavi görmek istemez. Meselâ: Hazreti Ali gibi vesayet-i nebeviye şerefine nail olmuş bir halife-i zişan, divan-ı adalet-i ilâhiyenin hariçde bir numunesi olan veyahut olmak lâzım gelen -mahkeme-i şeriatta- kaimen ve mütesâviyen(eşitçe) bir Yahudi ile terâfu‘ eder(duruşmaya girer)…” [11]
Haysiyet adlı makalesinden alıntılanan yukarıdaki sözlerinde, dünyevi mahkemenin adil koşullarını örnekler. Halife Hz. Ali dahi şeriatta eşit koşullarla muhakeme edilmiştir. Biz her ne kadar eşit olmak istemesek de peygamber, zımmiler ile eşit koşullara sahip olmuştur. Adaletin bir kesime ya da bir zamana değil, genel geçer olana hitap etmesi gerektiğini söyler. Burada mahkemenin ilahi adaletin bir numunesi olduğu ve aslolanın ilahi adalet olduğunu da belirtir.
Namık Kemal batı felsefesine dayanan bir İslamcı düşünür görünümündedir. Bu dönemde İslam’ın siyasallaşması ve tedrisat amaçlı yayınları halka ulaştırma kaygısı bizlere batılı filozofların direkt atıf almayışına dair ipuçları vermektedir. Namık Kemal’in Rousseau ve Montesquieu gibi düşünürlerden etkilenmiş olduğu çözümlemeli çalışmalarda anlaşılmaktadır.
Kaynakça
- [1] Namık Kemal, Hikmet-i Hukuk, Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi içinde, Haz. Mehmet Kaplan, 1993, aslen Mecmua-i Ebuzziya, cüz 48, 10 Cemaziyelahir 1302(28 Mart 1844) s. 206.
- [2] Gül Akyılmaz, , Birinci Jön Türk Hareketinin (Yeni Osmanlılar Cemiyeti) İdeolojisine Bir Örnek: Namık Kemal Ve Fikirleri, S. 2, 1999, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi s. 243-244.
- [3] İbrahim Agâh Çubukçu, a.g.e., s. 36-37.
- [4] Bedri Gencer, İslam’da modernleşme 1839-1939, s. 252; Abdullah Uçman, Kısa Bir Ömrün Uzun Hikayesi, Nâmık Kemâl içinde, Editör Turan Karataş ve Orhan K. Tavukçu Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. 2011ss. 12-35 s. 26.
- [5] Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Türk Hukuk Tarihinde Namık Kemal”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, VII/1, İstanbul 1941, ss. 177-223.s. 187.
- [6] A.e., s. 191 ve 193.
- [7] Namık Kemal, Hikmet-i Hukuk, A.g.e içinde., s. 207.
- [8] A.e içinde., s. 206.
- [9] Namık Kemal, Efkar-ı Umumiye, Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi içinde, Haz. Mehmet Kaplan, İstanbul, 1993, s.206 aslen: İbret, nr.40, 26 Şa’ban 1289/28 Ekin 1872 239
- [10] A.e., s. 241.
- [11] A.e., s. 91.