Rönesansta felsefe algısını biyografik bir öyküyle betimleyeceğiz. Cusa şehrinde doğan psikopos Nikola’ nin hayatı buna vesile olacaktir.
Kusa’ da doğmuştu, Almanya’ ya yakın. Kusalı Nikola diye bilinirdi. Şu an 1464 yılında, İtalya’da, yaşlı bir adamdı. Ama geçmişte çok farklı yerlerde bulundu. İnsanlar onu filozof, hukukçu, astronom, politikacı, teolog olarak tanıdı. Kilise hukukunda doktora yapmış, çok iyi bir eğitimden geçmişti. Hayatı boyunca birçok olay yaşamıştı. Maceralı bir hayat sürmüştü. Tanrıyı aramış, onu hissetmişti. Şu an da onu hissediyor. Hep bahsettiği bir anısını, hatırladıkça tekrar yaşıyor. Tanrı ile olan anısını. Gemideki zamanlarını hatırlıyor.
Mevsim bahara dönmeye çalışıyordu. 1440 yılıydı, hava soğuktu. Nikola ve diğer papalık görevlileri Konstantinopol’den yola çıkmışlardı. Floransa’da toplanan ekümenik konsülden yolcular getirmişlerdi. Bu toplantıda Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesi konuşulmuştu. Yunan heyeti Türklere karşı yardım alabilmek için papanın zorlamalarına boyun eğmişti. Araf, Efkaristiya, papalığın üstünlüğü gibi konularda Katoliklerin dedikleri kabul edilecekti. Her ne kadar Bizans’a dönüldüğünde bunlar işleme konmasa da, Türk ordusu surların dibinde cirit atıyorken papaya dayı demek gerekiyordu.
Söylentilere göre konsülün geçen sene toplandığı yerlerde veba varmış. Zaten hastalık nedeniyle yeri değiştirilmiş. Acaba bize de bulaşır mı dedi. Nikola ölmekten korkuyordu. Hayatını adadığı tanrı sevgisine güveniyordu. Ölüm onu tanrıya daha da çok yaklaştırdı. Yine bir gün tanrıyı düşünüyordu. Marmara’da sallana sallana ilerleyen geminin güvertesinde felsefesini gözden geçirip tanrıyı vurguluyordu. Bu sırada yaşadığı anı tüm hayatını etkiledi. Son anlarında da hep bunu düşündü.
Tanrı düşüncelerine kadar işlemişti. Mantık kullanıyor, tanrıyı öncüllerinden biri olarak görüyordu. Düşündü de düşündü. “ilahi aydınlanma” dediği bir ruh hali yaşadı. İnsanın sonsuzluk ve ilahiliği akılla kavrayamayışını düşündü. Bilimin sınırları yeniden çizilmeliydi. Cehalet ve bilimin sınırları karışıktı. Belirlenemezdi. Ancak nedensellik ve ilahi akıl birlikte olursa tanrıyı anlayabilirdik. Zıtların birliğine inandı. Öğrenilmiş Cehalet adındaki eserini de bu sentez fikrine adadı. Diğer eserlerinde de ilahilikten payını alan insan aklının tanrıyı bilebilmesinin imkanını yazdı. Bilim ve tanrı arayışının birlikte yürütülmesini savundu.
Papalık adına çalışıyordu. Piskoposluk yapmıştı. Katolik kilisesinin mesajlarını dünyaya iletiyordu. En çok da Doğu Roma- Bizans Devleti’ne iletmişti. Bu mesaj önemliydi, çünkü dinleseler devlet kurtulabilirdi. Gerçi tanrının işi gibi olan Türkler İtalya’ya bile çıkmışlardı. Çok büyük bir güç toplamışlardı, karşı çıkılamazdı. Papa bundan faydalanıp Bizans’ı kendine çekmiş, hiç de yardımcı olmamıştı. Ama bu tanrının isteğiydi galiba. Papa yanlış yapmaz. Zaten Bizans’ın ne mal olduğu torunlarının ünvanlarını satmasından belliydi. Son topraklar da kaybedilince Avrupa’daki hanedan ailesi “Konstantinopol hükümdarı” ünvanını Katolik soylulara satmıştı.
Konstantinopol’ü kaybetmeden 16 yıl önceki imparator John 8. Palaiologos’u hatırladı. Konsülde papanın koşullarını kabul etmişti. O eski ihtişamlı günleri düşlüyordu. Duruşundan anlamıştı. Hala, Roma imparatoruymuş gibiydi. Atina’daki Akademi ve felsefe okullarının kapatılışını düşündü. Bin yıl olmuştu ama bir etkisi olmalıydı. Gerçi o filozoflar da dinsizdiler. Tanrı olmadan felsefe olur mu? Neyse Bizans Devleti bu kadar zor çöktü, bin yılda. Zaten Bizans kelimesi de çöküş anlamında kullanılıyordu. 8. Palaiologos da çökmüştü, geçmişte yaşıyordu.
Antik Roma’nın adını aldıkları kadar uyum gücünü de almışlardı. Ama galiba yolda bırakmışlardı. Hala Ortodoksluk uğruna, biz ayaktayız demeye çalışıyorlardı. Halbuki ellerinde kalan birkaç kara parçasıydı. Gerçeği göremediler. İtiraf edemediler. Öğrendikleri bir şey varsa o da büyük Bizans’tı. 3 bin yıllık bir miras vardı. 3 bin yıl duran 3 daha durur, diye düşündüler. Kabullenmek zenginliğine hiç sahip olamadılar. Cahillik işte. Zaten cehalet görmezden gelmektir. Kendini avutmaktır. Yüzleşmeye cesareti olan herkese zeki denir. Bizans kaybettiği topraklardan kaçıp büyük mazisine sığınmıştı. Şanımız yürüsün diye hiçbir şeyden el çekmiyorlardı. Halbuki güzel papamızın davetine yanıt verseler, şurada rahat rahat yaşasalar ne olurdu? Neyse, tanrı papayı ve felsefeyi korusun.