1938’de yazılan kitap cumhuriyet devrimlerini olumlu ve olumsuz eleştiriler ile incelemektedir. Cumhuriyet öncesi devrim altyapısının kurulmuş olduğunu ve Osmanlı’nın son döneminden itibaren bu devrimlerin Türk inkılapları olarak hazırlanmış olduğunu ifade etmektedir. Doğu ve batı arasındaki Türkiye’nin aydınlanma çabası tarih felsefesi, halkbilim, toplumbilim ve edebi tahliller eşliğinde irdelenmektedir.
Ziya Gökalp’e göre Türkler Üçüncü Selim’den beri muasırlaşmak çabasına girmişlerdir. Meşrutiyet sonrası buna İslamlaşma eylemi de katılmıştır. En son ise Türkleşme akımı ortaya çıkmıştır. Bu üç fikir de gerçek ihtiyaçlardan doğmuştur. Peyami Safa buna şüpheyle yaklaşarak düşüncelerin öteden beri kamuoyunda yerleşik olduğunu belirtir. “Türkçü – İslâmcı, Türkçü – Garpçı, İslâmcı – Garpçı ve Türkçü – İslâmcı – Garpçı” fikir gruplarının var olduğunu söyleyerek ayrımın zorluğunu vurgular.
Ahmet Ağaoğlu ve Süleyman Nazif arasındaki Türklük tartışmalarına atıfla Türklüğün Turancılıkla değil bilimle ve fabrikalarla yüceltileceğini söyler. İslamcıların da yanlış yolda olduğunu Balkan Savaşı sırasında alınan 4444 defa dua okuma önlemiyle örnekler. Osmanlı’ya isyan eden prenslikler ezici bir zafer elde ederler. Duanın alasını Bulgarlar gelecekleri için çalışarak etmişlerdir. Biz de Tanzimat gibi kandırmacalarla uğraşmışızdır. Göstermelik icraatlerle ihtiyaç duyulan icraati de engellemişizdir. Yeni kurumların eski kafalı insanlara verilmesi bunun bir örneğidir. Avrupa taklitçiliği ve özde gelişememe toplumu iflasa sürüklemiştir.
Batıyı taklit etmek gerek batılı devletlerin hücumları, gerek de oraya gidip özenenler tarafından zararlı mahsuller üretmiştir. Ahlaksızlığı, faizciliği, Avrupacılığı ülkeye diretenler türemiştir. Gelişmek toplumsal gerçeğe dayanmayan akımlar ya da özentiden öteye gitmeyen alfabe değişiklikleri değildir. Safa daha sonra Türkçü, batıcı ve İslamcı akımların taleplerini sıralar. Maddeler halinde sıraladıktan sonra ayrılık ve beraberlik noktalarını tahlil eder. Bu bölümün ayrıntısı için: dmy/osmanli-dusunce-akimlarinin-gelisimi
İttihat ve Terakki döneminde düşünce akımlarına hoşgörüyle yaklaşmış ve bilimsel yayınlara müdahale etmemiştir. Düşünce yayınları da hükumete karşı yayın yapmamıştır. Dünya savaşına kadar akımlar devlet için yararlı düşünce kuruluşları oldular. İmparatorluk siyaseti üç akımı da himayesine alarak teşvik etti. Arapların henüz Osmanlı’ya bağlı bulunması ve yakın doğudaki ticaret yollarına hakimiyet teşebbüsü İslamcılığı teşvike yol açtı. Devlet içinde yabancı unsurların faaliyet göstermesi ve kültürün misyonerlik faaliyetleri ile tehlikede olması Türkçülüğün teşvik edilmesini sağladı. Batıdaki gelişmeye ayak uydurmak için de batı takviminin kabul edilmesi ve takvim kadınlara haklar verilmesi gibi batıcı akım hareketlerine destek veriliyordu.
Enver Paşa İslamcılığı seçerek İslam alemine hakim olmayı hedefliyordu. Dünya savaşı sırasında karşılaşılan durum İslamcılığı gözden düşürdü. Araplar isyan etmişti. Çarlık Rusya’sı yıkılınca can havliyle büyük Türk Birliği fikrine sarıldılar. Savaş kaybedilip hükumete İttihatçılara muhalif isimler gelince Türkçülük akımı hükumet nazarında gözden düştü. Türkler için tüm akımlar cazibesini yitirmişti. İslamcılık Müslüman Araplar devlete isyan edince çöktü. Batıcılık Osmanlı’yı sömürmeye çalışan batı yüzünden olumsuz bir görüş olmaya başladı. İttihatçıların hezimetle sonuçlanan Türk birliği hevesleri de Sarıkamış faciası gibi acı olayları çağrıştırıyordu. Bununla birlikte bir fikre bağlanmaya lüzum görüldü ve batı uşağı hükumetin saldırdığı fikirler İslamcılık ve Türkçülük talep görmeye devam etti. Emperyalizmin saldırdığı Türklük uğruna Türk milliyetçiliği kuruldu. Ankara hükumeti bunu temsil ediyordu.
Peyami Safa’ya göre dönemin tabirleri bunu anlamaya yeter. “Millî Mücadele”, “Millî İstiklâl”, “Millî Hareket”, “Millî Zafer”, “Büyük Millet Meclisi”, “Hâkimiyeti Milliye”, “Kuvayi milliye” Türk milliyetçiliğinin kanıtıdır. Ayrıca ümmetçi görüşteki Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda O benim milletimin yıldızıdır.”, “O benim milletimindir ancak”, “Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklâl” “Kahraman ırkıma bir gül” “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” gibi ifadeleri de toplumun genelindeki milliyetçi dönüşüme örnektir.
Düşünce akımlarından geriye Türkçülük ve batıcılık kalmıştır. Yalnız bunlar Osmanlı’daki hallerinden kırpılmış ve ulusal hallere bürünmüştür. Mustafa Kemal Atatürk akımları Türkiye ekseninde dönüştürerek medeniyetçi bir gelişime yol açmıştır. Türk inkılapları Osmanlı’daki akımları temel aldı ve özellikle Türkçülük ve batıcılık kaynaklı gelişmelere yol açtı. Cumhuriyetin büyük mütefekkiri olarak selamlanan Ziya Gökalp’in düşünceleri bu dönemdeki çelişkileri ve eleştirilmesi gereken noktaları özetlemektedir. Safa Gökalp’in geleneksiz milliyetçilik anlayışını ve doğu- batı ayrımını eleştiriyor. Daha sonra doğu ve batı kavramlarının anlaşılması için ikisinin özelliklerini irdelemeye girişiyor.
Avrupa nedir? Sorusuna bir kıta ve bir kafadır diye yanıt vermektedir. Avrupa’nın kültür temellerine inerek gelişmenin sadece bir atılımdan ibaret olmadığını, büyük bir hazırlık safhası gerektirdiğini vurgular. Roma’nın cemiyet disiplini ,Hristiyan ahlak disiplini ve Yunan zeka disiplini Avrupa kafasını oluşturmuştur. Avrupa denilen alan kültürel etkenlerin ürünüdür. Avrupalı dini, cemiyeti ve devleti coğrafyada birleştirmiş ve bir zihniyet haline getirmiştir.
Şark nedir? diye sorarak bir coğrafyadan fazlası olduğu, bunun da bir yöneliş olarak anlaşıldığını söyler. Avrupa Hristiyan iken doğu çok farklı dinlere sahiptir. Bu yüzden bütün olarak değerlendirmek zordur. Doğu milletlerinde bilim ve eleştiri yerine dindarlık vardır. Budist doğudansa İslam doğu Avrupa’ya daha yakındır. Ayrıca coğrafi yakınlık İslam felsefesini Avrupa ile aşina kılmıştır. Türk ve İslam mütefekkirler Yunan düşüncesini Avrupa’dan almış ve korumuştur. Daha sonra Avrupa bunları geri kazanmak için doğuya başvurmuştur.
İslam felsefesinin tahrip edilen fikirler nedeniyle geri kaldığını ve İbni Sina ile Rüşd hareketine karşı Gazali’nin gericiliğinin tutulduğunu söyler. Eşari ve Gazali gibi müspet ilim karşıtları talep görmüştür. Safa’ya göre bu gericilik İslam’dan gelemez. İslam ilme önem verir. Gericilik Hristiyan felsefeden gelmektedir. Kur’an rasyonalist iken İncil mistik ruhtadır ve gericileri cezbetmektedir. İslam Hristiyanlığın tekamül ettirilmesi anlamına gelecekken İran civarından gelen tereddütlerle geri kalınmıştır. Yunan’ın asıl varisi İslam’ın geri bırakılmasını anlamadan Avrupa’dan geri kalmak anlaşılamaz.
İslam Avrupa kafasını oluşturan Yunan, Roma ve Hristiyan tesirlere yabancı değildir. Bununla birlikte coğrafi olarak bir kıtaya da saplanmış değildir. Doğu ile batı arasındadır. Batıdan farkı site olarak bilinen şehir devletinde inkişaf etmemiştir. Steplerde, geniş alanlarda yayılmıştır. Avrupa kafası biraz da şehirliliğe, site devletine dayanır. Avrupalılaşmak siteleşmek ve riyazileşmek demektir. Avrupa milletlerinin tarih bilinci de ayrı bir meseledir. Onlar kültür miraslarına sahip çıkmaktadır. Biz hicret ya da Osmanoğlu dayanaklarında diretirken Avrupa antik ve öncesi tarihlerini araştırmışlardır. Yeni Türkiye de kökenini araştırmakta ve Türk kökenlerini bulmaktadır.
Kemalizm ile Türk inkılapları son halini almış, hukuki ve iktisadi temellerle sağlamlaştırılmıştır. Kemalizm idealist ya da materyalist değildir. Bir yanlışlık da Türk inkılaplarını belli kalıplara sığdırma eylemidir. Özenti anlayış böyle bir eyleme girişiyor, lakin inkılaplar kendine has özelliklere sahiptir. Türkler çok büyük bir coğrafyaya yayılmış ve çok yerden etkilenmişlerdir. Bir kalıba sığdırmadan özgün değerlendirmeler yapmak gerekmektedir.
İncelenen baskı: Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2010, 163 s.