Giriş
Türkiye’de batılılaşma çabasını Namık Kemal‘i vurgulayarak anlatmaya başladık. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi eserini inceledikten sonra şimdi de Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce külliyatının Modernleşme ve Batıcılık cildini inceleyeceğiz. Bu cilt dizinin diğer kitapları gibi çeşitli düşünürlerin yazılarından oluşmaktadır. Külliyat siyasi fikirlere odaklanmışken bu cildin de Türkiye’nin batılılaşma çabasındaki siyasi durumu ele aldığı görülmektedir.
Başlangıçtaki sunuş bölümünde ülkenin modernleşme serüveninin uzun süren bir hasret olduğu belirtilmektedir. Batıda modernleşmenin karmaşık bir süreç olması ele alınır ve yalnızca modern aletler kullanmanın modernleşme anlamına gelmediği söylenir. Sunuş yazısı bize üretmeden tüketerek modern olunamayacağını anlatmaktadır. Batıya yönelen aydınların “gerçek batıcı” ve “taklitçi” olarak sınıflandırılmasında bir taban görülmekte, ancak bunların gelişme çabasındaki farklı çırpınışlar olduğu anlaşılmaktadır.[1] Bakınız: dmy.info/tag/modernlesme
İnceleme
İlhan Tekeli siyasal düşüncemizde üst anlatı vasıtasıyla modernitenin mahiyetini betimlemeye çalışmaktadır. Modernite insanlığın bir projesi olarak ekonomik ve sanatsal yaklaşım ile geleneklerden bağımsız davranma, kurumsal yapılanma boyutlarına sahiptir.[2] Osmanlı Devleti sanayileşme öncesi bir imparatorluk olarak moderniteyi benimseyememiştir. Gerek iktidarın ilahi dayanakları, gerekse devlet geleneğinin eleştirel düşünceye açık olmaması modernite gibi “yeni” bir şeyi kabul edememiştir. Savaşta yenilince modernleşme adıyla orduyu büyütmek klasik bir tepkidir, halbuki modernite ordunun yenilenmesini iktiza eder.
Oğuz Demiralp, Ahmet Hamdi Tanpınar vasıtasıyla Türklüğün kimlik kargaşasını betimliyor. Bu bölüm çerçeve içinde verilmiş, Tekeli’nin üst anlatısı hemen altta sürdürülmüştür. Bu biçem okunabilirlik açısından sıkıntılara yol açmaktadır. Eserin dizgisinde okuyucuya kolaylık öncelikli olarak ele alınmamıştır. Ara metin olarak Ahmet Hamdi’nin Osmanlı’dan cumhuriyete geçişte yaşanan benlik tasarımını anlattığını öğreniyoruz. Bunu yaparken Yahya Kemal gibi eleştirel tarafları olmuştur. Ancak özgün bir tarz vardır ki Osmanlıcı ve cumhuriyetçi olmaktansa kendisini yalnız bırakmıştır. Modernleşme yanlısı olarak geçmiş toplum yapısı ile de sürekliliği sağlamak istemiştir. Tanpınar batıcıdır, ancak batılılaşmaya bir mühendis olarak değil, kalp adamı olarak yaklaşır. Kültürü yıkmak yerine güçlendirerek üstüne bina etmek yöntemini seçer. Bu minvalde Osmanlı ile bağlantının devrim yönetimi tarafından yapılmasını, yapılmasa da Fransa’daki gibi er geç bu bağlantının- devrim koşullarına rağmen- gerçekleşeceğini söyler.[3]
Kurtuluş Kayalı Adnan Adıvar’ı düşünce insanı olarak çözümlüyor. Türkiye’de her şeyin siyasallaşmasına rağmen Adıvar muhalif tutumunu devrim değerlerine aksettirmemiş, ülkenin gidişatını sahiplenmiştir. İlim ve din hakkındaki çalışmaları da eleştirel ve kültüre samimi bir bakış ihtiva eder. Adıvar siyasi tazyiklerden etkilenmemeye ve fikri bağımsızlığı sürdürmeye çalışan bir aydın olarak cumhuriyet döneminin siyasetçi düşünürüdür.[4] Adıvar ile Tekeli’nin de üst metni sonlara gelir. Türkiye’de siyasal düşüncenin gelişimine bir anlatıcı eşliğinde iki kahraman açısından bakılmıştır. Tekeli üst anlatısında siyasi gelişmelerin taraflarını ve kavramlarını irdelerken iki bağımsız fikir insanı metinle bağlaşık biçimde sunulmuştur.
Murat Belge Türkiye ve Rusya yazısında doğunun iki geçiş toplumunu karşılaştırır. Batılılaşmaya çalışan iki doğulu ülkenin serüveninde Streltsi ve Yeniçeri ayaklanmaları batılılaşma başarısını özetler. Rusya ayaklanmayı bastırmış, Osmanlı ise ayaklanmaya yenilmiştir. Rusya batılı kurumları ondan sonra kurabilmiş, Osmanlı ise ayaklanmadan sonra batılılaşmadan uzaklaşmıştır. Petro ile 3. Ahmet ve devamında Rus batılılaşması ile Türk batıyı doğululaştırması karşılaştırılır. Türkler başarısız olmuşsa da Rusların başarısı da kendi içinde başarısızlıklara yol açmıştır. Batılılaşan kadrolar komünizmi getirmiştir. Komünizm de batılılaşma temayülünü devam ettirmiş ve sanayi casusluğuyla batıdan ürün almaya çalışılmıştır. Ne var ki sanayi hedefli bu hareket gerekli fikri tabanı oluşturmamış ve fikir üretmeden ürün üretmek üzerine yapılanan Sovyetler 1990’larda çökmüştür. Bu çöküşte Stalin sonrası millileşen ve Komitern’i diğer uluslara bir dayatma aracı olarak gören hükümetin etkisi büyüktür. Batılılaşma batıdan teknik hariç hiçbir şeyi almayınca batı karşısında başarısız olmuştur.
Nilüfer Göle Batı dışı modernlik: Kavram üzerine eserinde batılı olmayan ülkelerin modernleşme tecrübesine odaklanıyor. Liberal düşüncenin zaferini işleyen Fukuyama ile bunun hezimetini ve çağdaş dünyanın çatışmaya sürüklendiğini işleyen Huntington ile farklı görüşleri betimliyor. Çoğul modernlikler, alternatif modernlik, yerel modernlik, batı dışı modernlik gibi kuramsal anlayışları sergiliyor.[5]
Ahmet Çiğdem Türk batılılaşmasını anlatırken modernleşme, modernite, batılılaşma ve Batılılaştırma arasındaki ayrımı vurguluyor. Kavramları ayırt ediyor, Rus ve Japon örneklerini akla getiriyor. Ziya Gökalp’in resmi ideolog oluşu verdiği cevapların batı˗Türk medeniyet tarzına uygunluna bağlanmaktadır. Abdullah Cevdet milli kültürün kuvvetlendirilmesi ve vicdan hürriyeti konusunda vurgulanmaktadır.[6] Akabinde Aylin Özman İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun ahlaki buhranı betimleyişini ve batı ile milli olanı uzlaştırma çabasını anlatmaktadır.
Nilgün Toker ve Serdar Tekin batılılaşmanın devlet gücünün yeniden tesisi anlamında tahayyül edildiğini belirtmektedirler. Batıcılığın gerektirdiği aydınlanmanın akla bağlı olduğu, halbuki geleneklerin bu yönelimde engel teşkil ettiği de yazarların yorumları arasındadır. Ona göre ulus ve halk gibi resmi mefhumların cumhuriyetten sonraya dek sirayet eden gelenekçi çağrışımı modern bilime ve batıcı anlayışa uygun değildir. Siyasetin batıdakinden farklı biçimde, halkın belirlemesi değil idari bir etkinlik olarak düşünüldüğü hususu dikkat çekmektedir. Kamu olmadan siyaset olduğu belirtilmektedir. Son tahlilde gelenek ve yenilik çekişmesinin siyaset aracıyla yürütüldüğü görülmektedir. Modernleşmenin batıda toplumu kapsadığı, bizde ise toplumu şekillendirmede araç olduğu ifade edilmektedir.[7]
Halide Edip Adıvar’ın batıcı tutumu ve batılılaşma çabasındaki cumhuriyete önce destek olması sonra da muhalif düşmesi Gökhan Çetinsaya tarafından anlatılmaktadır. Taşkın Takış Hilmi Ziya Ülken’in modernliğin inşasında düşünce tarihçiliği rolünü takdim etmektedir. Ülken’in Türk aydınının muhalif olmaya çabalayıp ikilem içerisinde uzlaşıya yönelmesine örnek olduğu görülmektedir.
Alper Kaliber batılılaşmanın Osmanlı’yı kurtarma projesi olmaktan batı ailesine dahil olmaya çalışan Türkiye’ye dönüştüğünü belirtiyor. Sosyolojik, bürokratik ve siyasal iktisat temelli olmak üzere üç paradigmadan söz ediyor. Sosyolojik paradigma modernleşmeyi toplumbilimsel araçlara öncelik vermektedir. Bürokrasi ve devlet merkezci paradigma devleti üniter, rasyonel ve aşkın bir özne olarak düşünür. Devletin egemenliği ve devlet analizlerinin modernleşmedeki önceliği bu paradigmada göze çarpmaktadır. Siyasal iktisat temelli yaklaşım üretim ve bölüşüm ilişkilerini açığa çıkarmaya çalışan paradigmayı temsil etmektedir. Kaliber’in yaklaşımı Türkiye’de modernleşmenin farklı bakış açılarını sergileyici ve batılılaşmanın toplumdan değil devletten ve hegemonya türeten şekilde olduğunu betimleyicidir.[8]
Hasan Bülent Kahraman batılılaşmanın kurucu niteliği üzerine kökenbilimsel bir inceleme yapmaktadır. Batılılaşmada kavramlaşma sürecini betimlerken pozitivizm gibi bir batı ürününün de çözümlemesini yapmaktadır. Materyalizmin alımlanışı İslam eliyle alınması ve mevcut muhayyileye zıt bir mefhum olması bağlamında irdelenmektedir. Batılılaşmada çeşitli aydınlar ele alınırken batıyı inşa eden pozitivist düşüncenin milli şekilleri ve bunlara tepki olarak doğan düşünceler de irdelenmektedir. Cumhuriyetten sonrası melez bir modernite oluştuğu ve bunun kültürel˗ siyasal iktidar türevleriyle muhafazakar modernlik gibi ikiliklere yol açtığı da belirtilmektedir. [9]
Mehmet Altan batılılaşmayı toplumsal açıdan irdeliyor. Cumhuriyeti ve geleceğe doğru giden süreci anlamak için Osmanlı’ya dayanmak gerektiğini savunuyor. Toplumun her ne kadar Batılılaştırılsa da eskiye bir süreklilikle bağlı olduğu irdeleniyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Kemalist militarizm olduğu ve devrime rağmen toplumsal yapının değişmediği belirtiliyor. Altan çözümü AB tam üyeliğinde görerek dışarının bize el uzatmasını bekliyor. [10] Ne yazık ki modernleşme ve batılılaşma Altan tarafından milli olanı yok etmek olarak anlaşılmıştır. Yazısını bitirirken AB tam üyeliğini gelişme için çare olarak görmesi ve dışarıdan bir el uzatılmasını ümit etmesi de düşüncelerinin özgünlüğü konusunda şüphe uyandırıyor. Altan’ın bu yazıyı yazarken topluma nereden baktığı merak konusudur.
Tanıl Bora Osmanlı’dan itibaren Amerika’nın Türk düşüncesindeki anlamını sorguluyor. ABD.nin diğer batılı devletler gibi Osmanlı’ya isyan eden unsurları destekler nitelikte olduğu ve bunun günümüze dek devam eden bir tavır halini aldığı belirtiliyor. ABD mandası düşüncesi, misyonerlik faaliyetlerinden ileri gelen rekabet ve münferit dostane ilişkiler aktarılıyor. ABD.nin yeni batı oluşu ve Türkiye’nin batılılaşma ümitlerinin bu yeni batıya ayak uydurması ve akabinde gelen Amerikan hayranlığı da çeşitli enstantanelerle aktarılıyor. ABD nin komünizm ve diğer siyasi rakipleri ve ardından Türk˗İslam düşüncesindeki muhalifleri yazar tarafından sunulurken ideolojik çekişmeler de göze çarpıyor. ABD nihayetinde mecburi bir ortak olarak kalmakta ve Türkiye ikinci sınıf bir emperyal olarak ABD. nin himayesinde yaşamaya çabalamaktadır.[11]
Metin Çulhaoğlu kapitalizm eksenli modernleşme çabalarını inceliyor. Geç modernleşme kavramının bir özenme şeklinde ortaya çıktığını ve batılılaşmanın daha kapsamlı olduğunu söylüyor. Türkiye’deki özenme halini ve batıdan farklı modernleşmeyi sergiliyor. Sol görüşün Türkiye’de yaşananları burjuva devrimi olarak nitelendirmesine rağmen başlarda anti kapitalist olunacağına inancı yenileşmeye sol desteği sağlamıştır. Türk solunun 60’lara kadar ve sonrasında dönemsel yönelimlerden etkilenerek modernleşmeye eşlik ettiği belirtilmektedir. Solun Tanzimat döneminden gelen batılı züppe yakıştırmalarından Moskof uşağına evrilmesi sol görüşün Sovyet merkezli oluşundan kaynaklandığı ifade edilmektedir.[12]
Mahmut Mutman oryantalizmin doğuya insani ilgi olmaktan çok üstünlük psikolojisinin tatmini için araç, yani sofistike bir ırkçılık olduğunu belirtmektedir. Oryantalizmin kendi literatürüne atıf yapmayan oryantalistler paradigmanın dışında bırakılmakta ve bilimsel bilgi vermeye çalışanlar bile doğuluyu bir nesne olarak görerek üstünlük ilan etmektedir. Oryantaliz doğuyu dünyadan ayırarak kendi yöntemlerini uygulamayanları çağdışı ve öteki olarak belirlemektedir. Osmanlı’nın kendi içinde de bir oryantalizm uygulayarak göçerleri Islahiye projesiyle yerleşik hale getirdiği görülmektedir. Cumhuriyet dönemindeki batı˗doğu karşıtlığı da benzer bir yabancılaşmanın örneğidir. Aslında aranılan şey doğu değil, batının ne olduğudur. Dünyada isimleri ve sınırları veren kendine batı diyenlerin ekonomik sınırlarıdır.[13]
Hilmi Yavuz batılılaşmanın piyano çalmak ve Fransızca konuşmak olarak algılandığını ve medeniyetin bir yaşam tarzına indirgendiğini ifade eder. Gelişmenin batılılaşma, batılılaşmanın da Avrupalılaşma olarak algılanması sonucunda aydınlanma bir imitasyon şeklini almış ve kavramlar üzerine değil simgeler üzerine bir modernleşme bina edilmiştir. Kemalist ideoloji de modernleşmeyi laikleşme ile eşgüdümlü yürütmüş, İran’da dahi yenileşme Avrupa’yı benimseme olarak tahakkuk etmiştir. Türk modernleşmesi fragmanter veya metoimik biçimde, yani parçayı bütünün yerine koyan ve piyano ile Fransızcayı batılılaşma olarak algılayarak bir oryantalizm teşkil etmekte. Bu minvalde harem ve hamam ile oryantalizm yapan batıya benzemektedir.[14]
Tanel Demirel cumhuriyet döneminde batılılaşma hareketinin kültür reformları ile doruk noktasına ulaştığından bahisle buna karşı olan düşünceleri de açıklıyor. Otoriter muhafazakarlık, modernleşmeci muhafazakarlık ve İslamcılık görüşlerinin alternatif bir gelişme tahayyülü bulunduğunu öğreniyoruz. Cumhuriyetçi gelişmenin ve Kemalist modernleşmenin geleneklere aykırı algılanmasının hatalı olduğu ve bunun ayırdındaki yazarların aydınlanmayı desteklemesi de söz konusudur. Gericilik ve ilericilik tartışmaları eşliğinde Yahya Kemal gibi milli değerlere dayanan bir aydın incelenmektedir. Akabinde muhafazakar modernleşme önerileri irdelenmekte ve değerlerin inşa edilmesinin yıkmaktan daha zor olduğunu öne süren muhafazacı modernistler gündeme gelmektedir. Ali Fuat Başgili Mümtaz Turhan ve Mehmet Kaplan gibi düşünürlerle gelenek˗modernlik ilişkileri ve nihai olarak muhafazakar modernleşme tahlil edilmektedir.[15]
Levent Yılmaz Türkiye’de doğu hayatının sona erişini betimliyor. Geleneksel toplumun zamana bağlılığı ölçütü Strauss’un sıcak ve soğuk toplum metaforlarına kıyasla irdelenmektedir. Şarkın anlamı bizdeki göndergesi ve sorun olagelmesi dile getirilir. Şark bir edebi unsur olarak tahlil edildikten sonra şarkın ölümüne dair belirlemeler yapılır. Eski Türk toplumu kaderde varmış gibi sona ermiştir, gerekli bir ölüm olarak hakkında pek bahsedilmemiştir de. Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar şarkın sona erişini edebiyatta göstermiş ve gerekçelendirmiştirler. Bu iki yazar edebiyat olduğu kadar musıki betimlemeleri ile de sonun tahlilini yapmıştırlar. Türk kültür dizgesinin kendi isteğiyle dışsal ve yabancı bir kültür ögesini davet ettiği ve başkalaştığı sonucuna varılır.[16]
Tanıl Bora batı sorununu gündeme getirerek batı gelişmesinin canavarlık olarak değerlendirildiğinden ve bir sorumlu olarak sürekli eleştirilmekte olduğundan bahseder. Banarlı ve Danişmend gibi aydınların milli gelişme çareleri dönem aydınlarını anlamamıza yardımcıdır. Aydınları batıyı tehdit ettiğimiz tarihimiz ve batının bizi tehdit ettiği bugünü edebiyatlarında yaşatmışlardır. Aydınlar yine bir batı projesi olarak batılılaşmayı eleştirmiş, muhafazakar kesimler Türkçülüğü dahi bir tehdit olarak görebilmiştir. Komünizm batıcılığın hat safhası olarak eleştirilmiş ve kınanmıştır. Muhafazakar siyasetin rahatça örgütlendiği 70’lerden sonra Şeytani emperyalizm, Amerika ve Siyonizm hedef olmuştur. Bu dönemde Fethullah Gülen gibi batıcı İslamcılar ve Necip Fazıl gibi Milliyetçi İslamcılar da farklı bakış açılarına sahiptir. Batılılaşmayı sömürgeleşmek olarak gören de vardır, kurtuluş olarak gören de. 80’lerden sonra İslamcı görüş modernite eleştirisini daha yoğun yapmaya başlamış ve İsmet Özel gibi batı reddiyesine kadar varmıştır. Batı karşıtlığı İslamcılığın kurucu değerlerinden ve temel motiflerinden olarak günümüze taşınmakta ve gerilimli bir konu olmaya devam etmektedir.[17]
Cengiz Aktar Avrupa’nın oluşumunu ele alarak coğrafyaya uyarlanmak için yönlendirilen bir kavram olduğundan bahsediyor. Bir barış projesi olarak değerlendirerek yıkıcı rekabetin önünü almak için yapılmış bir uzlaşı haline geldiğini dile getiriyor. Avrupa’da ulus devlet ve bunun birlik içindeki konumu tarihten gelen süreçle değerlendirildiğinde gittikçe silikleşmekte ve Avrupalılık öne geçirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye de bu birlikle ortaklık arayışında olan ve birlik ülkesi rolüne bürünemeyecek bir konuma sahiptir. [18]
Fatmagül Berktay doğuculuk˗batıcılık eksenindeki tartışmanın Türk toplumunu eski˗yeni, sağ˗sol, İslamcı˗laik gibi kutuplara böldüğünden bahsederek bir kaygı ve paranoya oluştuğunu ifade ediyor. Bu ortamda herkesin , aksi belirtilmedikçe, erkek olduğu kabul edilir. Cumhuriyetin eski toplumdan kopuş travmasına çözümler yaratmaktadır. Bu sırada hem cumhuriyet ideolojisi hem de muhafazakar kesim kadının yerini tespit etmeye çalışmaktadır. Kadın saf ve bakir ana vatan olmakta ve erkek de onu fethetmeye gelen kahraman olmaktadır. Kadıların doğal olarak daha aşağı olduğu bir evrensel kabul gibi görülmektedir. Peyami Safa’nın eserlerinde kadın imgesi irdelenerek iyi kadın˗kötü kadın ayrımı oluşturulur. Uğursuz yeni kadın ile Safa’nın iyi kadını arasında bakış açılarından kaynaklanan farklar mevcuttur. Yazar sona ulaşırken insanların ne kadar batıcı veya doğucu olursa olsun erkeğin üstünlüğünün her zaman kabul edildiğini ve kadınlara karşı centilmenlere özgü ittifak bulunduğunu belirtiyor. [19]
İştar Gözaydın Türkiye’nin batılılaşma macerasında hukuk ayağını ele alıyor. Osmanlı’dan gelen çabaları betimliyor ve kanunların batıya özenmesini, hatta bire bir alınmasını anlamaya çalışıyor. 1840’a gelindiğinde Avrupa ticaret hukuku Osmanlı toprağında bilfiil uygulanmaktadır, ancak medeni hukuk alanında çekişmeler yaşanmaktadır. Zira bu alan aile yaşamına ve bireysel ilişkilere hitap etmektedir. Mecelle medeni hukukta batıyla uzlaşı çabasının ürünüdür ve medeni hukukla birlikte Avrupa’nın aynen alınamayacağı anlaşılmış olur. Cumhuriyetten sonra da batıdan kanun alma temayülü devam eder ve Alman, İsviçre, İtalyan kanunları iktibas edilir. Ulusal egemenlik adına hukukun batılılaşma uğrunda değiştirildiği kanaatiyle makale sona ermektedir. [20]
Tanıl Bora, Bülent Peker ve Mithat Sancar batılılaşma çabası içerisinde insan haklarını ele almaktadır. İnsan hakları bir medenileşme üslubu olarak ele alınmıştır. Türkiye’de kamu hukukçularının batılılaşma uğraşı içinde insan haklarına çağdaşlaşma çerçevesinde yaklaştığı belirtilmektedir. Osmanlı’daki emekleme döneminden sonra cumhuriyet ideolojik bir ifade olarak amaçları gerçekleştirmeye başlamış, evrensel idealler devlet denetiminde mevzuata yansıtılmıştır. Tek parti rejimi ve DP iktidarı farklı anlayışa sahiptir. Cumhuriyet 1950’lerden sonra dış politikada elini güçlendirmek için insan haklarına ehemmiyet vermiş görünmektedir. AB uyum sürecinde insan haklarının batıyla eş güdümlü hale geldiği görülmektedir. Nihayetinde batıdan alınan, ancak benimsenen değerlerin İslamcı düşünce tarafından da onaylandığı görülmektedir. Bir yandan da İslami insan hakları oluşturma teşebbüsü vardır.[21]
Tanıl Bora ve Selda Çağlar sivil toplum kavramını açıklamakla birlikte Türk modernleşmesindeki rolünü irdeliyorlar. 1980’lerden itibaren sol görüşlerin sivil toplum kuruluşlarını gündeme getirdiği görülmektedir. Çevrecilik, kadın hareketleri, insan hakları gibi konular bu kuruluşlarca dile getirilmiştir. STK’lar bir çağdaşlık sembolü de olagelmiştir. Yeni olmak için STK vasıtasıyla modern düşünceler edinmek söz konusudur. Devlet ile mücadele halini alan sivil dayanışmalar mevcutken kamu kurumu niteliğindeki kuruluşlar da vardır. Toplum nezdinde milli değerlere aykırı kuruluşlar da batının adamı olarak nitelendirilmiş ve STK halktan uzak bir konum da elde etmiştir. [22]
Özgür Gökmen 28 Şubat’ın işlevi hakkında sorgulamalar yürütmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri modernleşmeyi muhafaza etmek iddiasıyla 28 Şubat müdahalesini gerçekleştirmiştir. İdeolojik muhafız olarak laikliğe karşı olanlara tepki vermek askerin görevi halindedir. Bir restorasyon çalışması olarak askeri müdahaleler yazar tarafından eleştirilmektedir.[23]
Osman Kafadar Türkiye’de eğitim tartışmalarının batılılaşma süreciyle ilişkili olmasını sergiliyor. Modernleşmenin kesin ve ani bir şekle dönüştüğünden bahisle devlet˗toplum arasındaki din bağının laiklik bağına dönüşmesi örneğini veriyor. Harf İnkılabı da böyle bir keskinliğe sahipken Tevhid˗i Tedrisat Kanunu eski ile bağları koparmanın yasal zeminini oluşturmaktadır. Buna karşın CHP keskin biçimde bağları koparmanın halkın eskiyle yakından ilişkisi nedeniyle oy kaybı olacağının farkındadır. DP bu eksiği dolduracak ve seçimlerde başarılı olacaktır. 12 Eylül darbe idaresinin zorunlu din dersi koyması da siyasetin dine bakış açısındaki değişikliği göstermektedir. Yazar daha sonra Darülfünun’daki “ilim” anlayışından üniversitelerdeki “pozitif bilime” eğitimin dönüşümünü yorumlar. Albert Malche’nin ülkeye getirilerek eğitimin düzenlenmesi hakkında rapor istenmesi yeni eğitimin de batıdan getirilmekte olduğuna dair ipucudur. Ernst Hirsch’in Darülfünun’un kapatılmasını cumhuriyet reformlarını tepkisiz kalmaları ve siyasi gerilim oluşturmalarına bağlaması da ilginçtir. 30’larda devam eden tasfiye sürecinde ilim değil politik görüşler etkilidir. Alt metin olarak Hasan Ali Yücel gibi batıcı bir eğitimcinin seçilmesi dönem anlayışını betimler. Üniversitelerin programları batı üniversitelerinden temin edilmiş, garp medeniyetinin takip edileceği resmi bildirilerde yer almıştır. 60’larda bilimin öncelikli hale getirilmesi ve üniversitelere özerklik verilmesi, 70’lerde öğrenci olayları, 80’lerde özerkliğin alınarak siyasi telakkinin tekrar gelmesi söz konusudur. Yazar daha sonra köylere öğretmen yetiştirmenin Dewey ve Kühne gibi düşünürlerin batı ekseninde gerçekleştirildiği görülmektedir. Köye uygun öğretmen yetiştirmenin aciliyeti batılı öğretmen yetiştirme gayreti nedeniyle yanıtlanamamıştır. Hem burada yetiştirilen insanlar batıyı almakta, ancak milli gayelerden hariç olarak komünizmi savunmaktadır. Batılılaşma sorunu insan yetiştirme sorunuyla beraber gelmiş ve yetiştirilen insanlar batılılaşmadaki başarı gibi bekleneni verememiştir.[24]
Seçil Deren halk için halka rağmen batılılaşmayı ele almaktadır. Gelişme uğruna batılılaşma kitlelere rağmen yapılmış ve özgün gelişme formülleri de gözardı edilmiştir. Aslında ülkeyi işgal eden ve düşman olan bir batı varsa da geri kalmışlık psikolojisi bu düşmanı tatbik etmeyi getirmektedir. Yazar burada kültürel batılılaşmanın Genç Osmanlılar’a dayanan temellerini irdeliyor. Gökalp, Turhan ve Tunaya’nın gelişme tahlilleri kültürün değiştirilmesi olarak modernleşme bağlamında önemli görünmektedir. Devrimin gelişme hedefinden çıkıp eskiyi yok etme tutumu halini alması alaturkalık olarak nitelendirilmektedir. Harf, müzik, eğlence anlayışlarının değiştirilmesi egemen siyasi yönelimin dürtüleri doğrultusundadır. Batılılaşma Osmanlı’dan bu yana siyasi çatışmanın kültürel çatışmaya dönüşmesi biçimindedir ve yazara göre Batılılaştıran doğuluların bir direnişi söz konusudur.[25]
Suavi Aydın arkoeloji vasıtasıyla batılılaşmanın aracı olarak tasarlanan bilimin durumunu izah ediyor. Arkeolojinin batıda kendini kanıtlamanın bir aracı olarak tasarlanmaktadır. Mısır’daki milliyetçilerin cahiliye dönemine kadar ideolojik temel kurmaları arkeolojinin bir sonucuyken, İran, Lübnan, Türkiye milliyetçileri de benzer yollara gitmiştir. Yazar daha sonra farklı arkeoloji algılarını ve kültürlerin arkeolojiye göre bölümlenişini açıklamaktadır. Osmanlı padişahları ve aydınlarının batıdaki arkeolojik merakın ve gelişmenin temellendirilmesi tutumunun bir benzeri olarak arkeolojiyi himaye etmeleri açıklanmaktadır. Batı etkisindeki arkeoloji çabamız Osman Hamdi ile sembolik halini almakta, cumhuriyet sonrasında ise Türk tarih tezini temellendirme gayesine uymaktadır. Arkeoloji Türkiye’de bir vitrin ürünü olarak kalmış ve ilkel pozitivizmin bir sonucu olmuştur. Yazara göre arkeoloji istismar edilen bir çıkar aracı olarak görünmektedir. [26]
Zeynep Direk Türkiye’de batı felsefesinin alımlanışını bir batılılaşma projesi olarak değerlendirmektedir. Cumhuriyetçi geleneğin felsefeyi batıya ait gördüğü ve oradan almaya çalıştığı görülmektedir. Modernleşmenin bir felsefe dili olmaması sorunu gündeme geldiğinde yalnızca tekniği ithal etmek isteyen yenileşme çare bulamamaktadır. Felsefi tavır açısından başlıca bölünmenin dil konusunda ortaya çıkması da dilin kültürle bağlantısından ileri gelmektedir.[27] Yazarın Türkiye’de Varoluşçuluk adlı çalışması da akımın ülkeye girişinden itibaren gidişatını ele alıyor. Ritter ve Hızır’ın çabaları ile başlayan gelişmeler Peyami Safa ile edebiyata sirayet ediyor. Nurettin Topçu milli bir hüviyet kazandırırken zaman geçtikçe Hilav, Tokatlı, Özlü, Kutlar gibi isimler varoluşçuluğun serpilmesine ön ayak olurlar. 1980 sonrası bireyin öneminin artması Türkiye’de Afşar Timuçin gibi yorumcuları ve Heidegger gibi zirve isimlerin iktibasını getirmiştir.[28]
Doğan Özlem bilim tanımıyla başladığı çalışmasında Türkiye’de pozitivist düşüncenin gelişimini irdeliyor. Bilim ve pozitivizm tanımları ve farklı anlayışlarının irdelenmesi ardından eleştirileri de sunulmaktadır. Daha sonra ülkemizdeki gidişata dikkat verilirken Tanzimat’a dayanan tarihten bahsedilir. Osmanlı aydınları pozitivizmin epistemolojisiyle değil siyasetiyle ilgilenmiştir. Arada Anglosakson pozitivist anlayış gündeme gelse de Fransız pozitivizmi her zaman Türk aydınlarını daha çok çekmiştir. Cumhuriyetten sonra pozitivist devrim anlayışı aslında Jöntürklerden beri gelen Osmanlı geleneğinin mirasıdır. İki dönem arasındaki kopuştan söz edilebilmesi için Osmanlı milletleri ile Türk ulus devleti algılarının mukayese edilmesi gerekir. [29]
Kaya Akyıldız Mavi Anadolucular’ın Batılılaşma eleştirisini ele alıyor. Batıyı her ögesiyle kabul ede bütüncüler ve kimi değerlerini almayı kabul eden kısmiciler açıklanıyor. Sebahattin Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat Anadolu’yu ve Anadolu kültürünün inşa ediciliğini öne çıkarmaktadır. Halk onlarda çok önemlidir. Batıcılık halkçılığın temeli olarak tasavvur edilmektedir. Anadolu batının asıl kaynağı olarak vurgulanmaktadır. Eski Yunan Anadolu’yu örnek almıştır, batı medeniyeti de Eski Yunan’ı temel almıştır. [30] Bak: dmy.info/antik-yunan-filozoflari
Orhan Koçak Nurullah Ataç’ın düşüncesini tasvir ediyor. Alafranga˗Alaturka çatışmasında devrim değerlerinin ve geleneksel değerlerin karşılıklı ilişkisini görüyoruz. Doğunun batı karşısındaki aciz tutumu gün yüzüne çıkarken Avrupa’nın yayılmacılığı ile şarkiyatçılığı arasındaki bağı da kuruyor. Ataç’ın batılılaşmanın acısını bildiğini ve batıcılığının temel değerler kaygısıyla sürdüğünü görmekteyiz. [31] Faruk Özütürk cumhuriyet ile birlikte oluşan ideal ülke düşüncesini konu alıyor. Türkiye’nin toplum yapısı tahlil edilirken farklı toplumbilimcilerin düşünceleri sergileniyor. Osmanlı’da edebiyat ve siyasetin iç içe olmasından bahisle edebi eserlerdeki ütopik tahayyüller dile getiriliyor. Türk düşünürlerin Yeni Zellanda’ya veya Manisa’ya göçerek bir ütopya kurma heveslerinin hayal sükutuna uğradığı görülüyor. Cumhuriyet dönemi düşünce hayatının eğitim ve bilim eksenli ütopyaları çağdaş uygarlık için sürdürülmeye devam etmektedir.[32]
Erol Köroğlu Türk romanında batıcılığın yerini incelerken bir aidiyet sorununu ele alıyor. Batıcılık bir ikilem olarak yerli ve yabancı sosyal bilimcilerin görüşleri eşliğinde inceleniyor. Tevfik Fikret Yakup Kadri tarafından modernleşmek isteyen bir batı hayranı olarak resmediliyor. Aynı zamanda modernleşmenin batı tarafından çok uzun sürede gerçekleştirildiğine de dikkat çekiyor. Pamuk Gide’nin Türkiye’deki kıyafetleri beğenmeyişinin Türk hayranları tarafından görmezden gelindiğini ve dolayısıyla modernleşmenin yarattığı acayipliğin kabul edildiğini söylüyor. Berna Moran batılılaşma sorunu etrafında yazılan romanları iki çizgiye ayırır; ilki toplumsal sorunlara yöneliktir, ikincisi ise bireyin iç dünyasına yöneliktir. Her iki çizgi de batılılaşma sorununu takıntı haline getirmeyi ele almaktadır. Yazara göre batıcılık anlayışı giderek büyüsünü kaybetmekte ve romanda batı kaygısının kaybolması batının anlamıyla ilgili önemli tespitlere yol açmaktadır.[33]
Özlem Berk batıyı Türklere ulaştıracak bir araç olarak çeviri faaliyetlerini inceliyor. İbrahim Miteferrika’dan itibaren kitap yayımcılığı batılılaşmada araç olmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra batılı bir Türk ulusu yaratmada da kitaplar ve özellikle batıdan yapılan çeviriler kilit önemdedir. Tercüme Bürosu bir Türk rönesansı yaratma çabasındadır. Çeviri sadece metinlerin değil batılı hayatların da kültürümüze kazandırılmasını sağlamıştır. İlgi çeken şey cumhuriyetin ilk dönemlerinde Türk folklörüne dair eserler yayımlanmaması, hatta radyoda Türk müziği çalınmamasıdır. Cumhuriyetin ilk odağı batıdır. Çok partili dönemde çeviri kitapların fiyatları halkın ulaşabileceği şekle gelmiş ve biçim olarak da değişmiştir. 70’ler siyasal kaosun çeviriye yansıdığı, 80’ler gerçeklikten kaçışın eserlerde de görüldüğü döneme denk gelir. Günümüze gelene kadar ulus kimliğin oluşturulma sürecine ve batının alımlanmasına hizmet eden yayınlarla birlikte bunlara muhalif olanlar da çoğalmıştır. Çoğulculuk ve batılılaşmadaki ağırlığın fark edilmesi son dönemlerde göze çarpmaktadır.[34]
Ayşe Öncü üniversite reforumunu merkeze alarak batı olgusunu incelemektedir. Akademisyenlerin gelenek ve batı arasında ikilemde olduğu görülmektedir. Darülfünun ikilemin en has örneğidir. Savaşlar askeri idarelerin tedrisata hükmünü artırmış, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise demokrasi ve popülizm ikilemi oluşmuştur. Üniversiteler aslında bir kere değil sürekli reform edilmiştir. İstanbul Üniversitesi gibi muhalif tutumlar yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Üniversitedeki marjinal fikirlerin demokratik tutumla zıtlaşması ya da aksine popüler olmak için siyasileşmesi de gündemdedir. 80’lerden sonra liberalleşme ve siyasetten el çekme görülmektedir. Apolitik üniversiteler ve yeni çatışma noktaları türemiştir. Nihayetinde özel üniversiteye varan bir reform süreci görülmekte ve devletin denetimi sürmektedir.[35]
Atilla Lök ve Bağış Erten de üniversite reformunu konu alıyor ve bu harekette yabancı öğretim üyelerinin rolünü irdeliyor. Malche’nin raporu doğrultusunda yapılan düzenlemeler ideolojik yönergeye uygundur. Batılı gibi davranılmış ve sonuçta batılı öğretim üyeleri de eğitime girmiştir. Reformlar hem siyasi zihniyete uymayanları tasfiye girişimi, hem de yenileşmesi gereken kurumları dönüştürme çabasıdır.[36]
Sonuç
Eserin batılılaşma çabalarını sergilemede başarılı olduğunu söylemeliyiz. Yalnız bazı kısımların Orient Haber Bülteni gibi yazılması ilginçtir. Bazı Türkiyeli aydınlara göre Kemalizm sanki Mars’tan gelmiş ve dünyadakilere zorla tatbik edilmiş. Makalelerin tümünde Türkler ne yapmış diye soruluyor. Marjinal olma hevesiyle Pis Osmanlı, Kemalistler de daha beter etti demek sadece egoların şişirilmesine yaramaktadır. Bazı batıcı yazarlar sırf Kemalist ideoloji kötülensin diye İslamcılığı öve öve bitirememektedir. Bu liberal takım sırf muhalefet olmak için Türk öznesinin geçtiği her şeyin zıttını savunmaktadır. Ülkemizde Kemalizm eleştirisi içeriğe değil gerçekleştiren özneye göre yapılmakta, batı ürünü olan yazarlar da ülkeye yabancı kalmaktadır.
Kitap ve külliyat biçem hariç başarılı bulunmuştur. Okunması zor bir eserdir. Şunu da söylemek gerekir. Sırf bir görüşü var diye içeriğe dahil edilen yazarlar var. Sadece eleştirmek, daha doğrusu zıt konuşmak için yazan ve hiçbir çözüm üretmeyen yazarların okuyucuyu yorduğunu söylemeliyiz. Başkasını kötülemek ve ötekileştirmek yerine daha iyisini öne sürmek tercih edilmelidir. Aydın olmak için Türkleri eleştirmek artık bayat bir marjinallik şeklidir. Daha iyisini öneremedikleri için şikayet ettikleri düzende yaşayan bu yazarlar aslında şikayet konusu kötülüğün kaynağı olmaktadırlar. Bencilliğin düşünce faaliyetlerimize etki etmemesi dileğiyle…
Kaynakça
- [1] Uygur Kocabaşoğlu, Sunuş, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce˗ Cilt 3 Modernleşme ve Batıcılık içinde, İletişim Yay., 2007, ss.13-17.
- [2] İlhan Tekeli, Türkiye’de Siyasal Düşüncenin Gelişimi Konusunda Bir Üst Anlatı, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce içinde, İletişim Yay., 2007, s. 19-20.
- [3] Oğuz Demiralp, Ahmet Hamdi Tanpınar, Türkiye’de Siyasal Düşüncenin Gelişimi Konusunda Bir Üst Anlatı, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce içinde, İletişim Yay., 2007, ss. 24-35
- [4] Kurtuluş Kayalı, Adnan Adıvar, Türkiye’de Siyasal Düşüncenin Gelişimi Konusunda Bir Üst Anlatı, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce içinde, İletişim Yay., 2007, ss. 36-39.
- [5] Nilüfer Göle, Batı Dışı Modernlik: Kavram Üzerine, ss.56˗67.
- [6] Ahmet Çiğdem, Türk Batılılaşması’nı Açıklayıcı Bir Kavram: Türk Başkalığı, ss.69˗81.
- [7] Nilgün Toker, Batıcı Siyasi Düşüncenin Karakteristikleri ve Evreleri, ss.82˗106.
- [8] Alper Kaliber, Türk Modernleşmesini Sorunlaştıran Üç Ana Paradigma Üzerine, ss.107˗ 124.
- [9] Hasan Bülent Kahraman, Bir Zihniyet, Kurum ve Kimlik Kurucusu Olarak Batılılaşma, ss. 125˗140.
- [10] Mehmet Altan, Batılılaşmanın Sosyo˗politik Temelleri, Düşüncel ve Toplumsal Yapısı, ss.141˗146.
- [11] Tanıl Bora, Türkiye’de Siyasal İdeolojilerde ABD/Amerika İmgesi, ss.147˗169
- [12] Metin Çulhaoğlu, Modernleşme, Batılılaşma ve Türk Solu, ss. 170˗188.
- [13] Mahmut Mutman, Şarkiyatçılık/ Oryantalizm, ss.189˗211
- [14] Hilmi Yavuz, Modernleşme: Parça mı Bütün mü? Batılılaşma: Simge mi, Kavram mı? ss. 212˗217
- [15] Tanel Demirel, Cumhuriyet Döneminde Alternatif Batılılaşma Arayışları˗1946 Sonrası Muhafazakar Modernleşmeci Eğilimler Üzerine Bazı Değinmeler, ss.218˗238.
- [16] Levent Yılmaz, Şark’ın Sonbaharı: Geçmiş Ölürken, ss.239˗250.
- [17] Tanıl Bora, Milliyetçi˗ Muhafazakar ve İslamcı Düşünüşte Negatif Batı İmgesi, ss.251˗268.
- [18] Cengiz Aktar, Olmayan Avrupa Düşüncesi Üzerine ss. 269˗274.
- [19] Fatmagül Berktay, Doğu ile Batı’nın Birleştiği Yer : Kadın İmgesinin Kurgulanışı, ss.270˗ 285.
- [20] İştar B. Gözaydın, Türkiye Hukukunun Batılılaşması, ss.286˗297.
- [21] Tanıl Bora, Bülent Peker, Mithat Sancar, Hakim İdeolojiler, Batı, Batılılaşma ve İnsan Hakları, ss. 298˗335.
- [22] Tanıl Bora, Selda Çağlar Modernleşme ve Batılılaşmanın Bir Taşıyıcısı Olarak Sivil Toplum Kuruluşları, ss.336˗346.
- [23] Özgür Gökmen, 28 Şubat Bir Batılılaşma Restorasyonu mu?, ss. 347˗350.
- [24] Osman Kafadar, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tartışmaları, ss. 351˗381.
- [25] Seçil Deren, Kültürel Batılılaşma, ss. 382˗ 402.
- [26] Suavi Aydın, Batılılaşma Karşısında Arkeoloji ve Klasik Çağ Araştırmaları, ss.403˗427.
- [27] Zeynep Direk, Felsefede Modernleşmeci Düşünce, ss. 428˗440.
- [28] Zeynep Direk, Türkiye’de Varoluşçuluk ss. 441˗451.
- [29] Doğan Özlem, Türkiye’de Pozitivizm ve Siyaset, ss. 452˗ 464.
- [30] Kaya Akyıldız, Mavi Anadoluculuk, ss. 465˗481.
- [31] Orhan Koçak, Nurullah Ataç ve Etkilenme Endişesi, ss.482˗487.
- [32] Faruk Öztürk, Cumhuriyet ve Ütopya, ss. 488˗498.
- [33] Erol Köroğlu, Türk Romanında Batıcılığın Yeri ss. 499˗510.
- [34] Özlem Berk, Batılılaşma ve Çeviri, ss. 511˗520
- [35] Ayşe Öncü, Akademisyenler: Üniversite Reformu Söyleminde Batı, ss. 521˗536.
- [36] Atilla Lök, Bağış Erten, 1933 Reformu ve Yabancı Öğretim Üyeleri, ss. 537˗544.
Visitor Rating: 3 Stars