Ulus Devlet Tanımı
Ulus, kökenbilimsel olarak kağan ailesinin her bir üyesine tahsis edilen ülke, devlet, pay = ülüş < Eski Türkçe*ülü- pay etmek anlamına gelmiştir. Güncel sözlükte ise: toprak, ekonomik yaşam, dil, ruhsal yapı ve kültürel özellikler yönünden ortaklık gösteren, tarihsel olarak oluşmuş, en geniş insan topluluğu karşılığı verilir. Devlet kökenbilimsel olarak Arapça dawla دولة 1. talih, baht, 2. servet, kısmet, 3. iktidar, egemenlik < dāla döndü, dolandı anlamındadır ve Latince status (statü,servet,devlet) sözcüğüne paralel olarak gelişmiştir. Güncel sözlükte devlet: Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık olarak tanımlanmıştır. Ulus devlet kısaca: Geçerliliğini bir ulusa dayandıran kurumsal yönetim düzenidir. Bak. dmy.info/devlet-nedir
Ulus Devlet Oluşumu
Toplumun oluşumundan itibaren “egemen bir üst otorite” var olmuştur. Üst otoritenin niteliğine yönelik iki temel ayrım yapılabilir. Birincisi, göçerliğin etkin olduğu “klan, kabile” gibi şahsi otoritedir.Yerleşik düzene geçildikten sonra nüfusun artması, iş bölümü ve uzmanlığın gelişmesinden dolayı otorite kurumlaşır. Otorite kişilerden bağımsız bir kurallar ve kurumlar bütünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bak: Ulus Devlet ve Modernite
İkincisi ise; siyasal otoritenin meşruiyet kaynağı ile ilgilidir. Fransız İhtilali’nden önce kişi ve kurumlar hükmetme hakkını, halk da itaat etme görevini, yüce, kutsal bir unsurdan aldıklarına inanırlardı. Meşruiyetin halktan aldığı fikrinin açıkça işlendiği ilk eserlerden biri Thomas Hobbes’un “Leviathan” adlı eseridir. Hobbes’a göre halk, egemene, bir toplumsal sözleşme ile doğal haklarını devreder. Bu hakları devrettikten sonra da bir daha egemene karşı ileri süremez. Fakat, egemenliğin kaynağı konusundaki en önemli değişiklik, J.J.Rousseau’nun görüşlerinde ortaya çıkmıştır.Rousseau, halkın tebaalıktan yurttaşlığa geçmesini ve yönetimde meşrutiyet kaynağı olması gerektiğini öne sürmüştür. Bu anlayış, Fransız İhtilâli’nden sonra uygulanmıştır.
Fransız İhtilâli sonucu etkin bir şekilde ortaya çıkan ulusalcılık, ulus ve devleti birbirine bağlamanın yollarını araştırmıştır. Bunun için ulusu siyasallaştırmanın yanısıra, kültürel ve siyasi değerleri birleştirerek bir ulus-devlet projesi yaratmaya çaba göstermiştir. Nitekim, 19. yüzyılın başlarından itibaren ulus-devletler tarih sahnesine çıkmıştır. Ernest Gellner, ulusalcılıkla ulus-devlet ilişkisini, “ulusalcılık temelde, siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasal ilkedir” şeklinde açıklamaktadır. Şüphesiz, ulusalcılık, etnik ya da kültürel eksen- de biraraya gelmiş türdeş bir halk istemektedir. Bunu da, ulus-devlet aracılığıyla gerçekleştirmeyi öngörmüştür.
Ulus Devlet Özellikleri
Ulusalcılıkta devlet, sadece toplumsal ilişkileri düzenlemekte teknik bir zorunluluk olmayıp, bundan daha da önemlisi, modernleşmeyi gerçekleştirecek bir organizasyon olmasıdır. Nitekim, Gellner’e göre, “sanayileşme ve onunla birlikte cereyan eden karmaşık iş bölümünün talepleri tarafından harekete geçirilen merkezileşme süreçleri” kaçınılmaz olarak ulus-devletleri doğurmuştur. Sanayileşme sürecinde kırsal toplumsal örgütlenme biçimini kökten değiştirecek ve yeni ilişki biçimlerini oluşturacak merkezi bir güce ihtiyaç vardır. Adı devlet olan bu merkezi güç, ortak bir dil ve ortak eğitimle homojen bir toplumsal ilişkiler ortamı oluşturmak zorundadır. Bu talep kaçınılmaz olarak “siyasal birim ile kültür ara- sındaki ilişkide derin bir uyarlama yapmayı” gerektirir. Dolayısıyla her kültürün karşılığı olan ulus, kendi devletine ulaşır. 19. yüzyılda, ulus-devletin bir siyasal birim olarak ortaya çıkması, yalnızca Avrupa’da değil, dünyanın diğer bölgelerinde de bir model olarak benimsenmiştir. Bak:dmy.info/siyaset-politika-devlet-felsefesi/
Vatan Tanımı ve Ulus ile Alakası
Türkiye’de ulus devlet ile vatan kavramları yakın anlamda kullanılmaktadır. Ulus devletten önce millet ve kavim terimleri mevcuttur. Bununla birlikte milletin yaşadığı yer olarak vatan sözcüğü Namık Kemal tarafından yerleştirilmiştir. Önceden memleket anlamına gelirken kamusal toplum anlamında bir toplumun yaşadığı yeri kast etmek için kullanılmıştır. Vatan sözcüğü TDK. tarafından “yurt” sözcüğüne yönlendirilmiş ve “halkın üzerinde yaşadığı, kültürünü oluşturduğu toprak parçası” olarak tanımlanmıştır.[1] Tanzimat döneminde on üç, II.Meşrutiyet döneminde kırk yedi, Cumhuriyet döneminde ise altmış bir edebi eserin “vatan” teması ile yazılmış olması giderek artan bir ehemmiyete işaret eder.[2] Namık Kemal’in “vatan şairi” olarak anılması da hürriyet arayışı ile şekillenen düşünce hayatının vatan kavramına verdiği öneme delalet eder.
Aydınlar hürriyet, kardeşlik, eşitlik vs. taleplerini vatan için dile getirmektedirler. Aslında vatanın mağlup olmasını kabul etmemektedirler. Batıya yönelik arayışlar devletin mahcubiyeti ile ortaya çıkmıştır. Bu dönemde fikir akımları devleti kurtarma projeleri şeklinde gelişmektedir. Böyle bir ortamda “vatan” her türlü düşüncenin ve eserin savunduğu bir kavram haline gelmektedir. Vatan kavramı edebi eserlerde bir coğrafi konumu, meskeni, doğum yerini belirtmekteyken batı etkisinde gelişen edebiyat ile Avrupalı bir anlama kavuşmuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında batı kültürünün vatan anlayışı alımlanmıştır.[3] Yeni vatan bir yerden ziyade kavramların, insanların, değerlerin bir araya geldiği bir birliktir. Kamusal birliktir. Hürriyet, müsavat, uhuvvet, adalet ve meşrutiyetin barındığı yerdir. Bu unsurların batı etkisiyle girdiği düşünülürse batıdaki vatan tahayyülü sezilebilir.
Alıntılar
İlkel toplulukların saygı gösterdiği “başkası” sadece kendi soyu sopu, uluslar için de sadece kendi ulusudur. Ancak bütün bunların üstünde olabilen az sayıda filozof kişiler için “başkası” bütün insanlardır. Bedia Akarsu. Ahlâk Öğretileri. Remzi kitabevi.1965.S.7
‘Tüm uluslar gibi bireyler de kendilerinin uygarlık dedikleri şeyi gerçek uygarlık saymaya ne denli yatkınlar: öğrenimini bitirmek, tırnaklarını temiz tutmak, terziye, berbere gitmek, yurtdışına çıkıp gezmek; böylece tamamlanmış oluyor en uygar insan. Uluslara gelince; olabildiğince çok demir yolu, akademi, sanayi kuruluşları, savaş gemileri, kaleler, gazeteler, kitaplar, partiler, parlamentolar, böylece tamamlanmış oluyor en uygar ulus da. Bu nedenle, uluslar gibi yeter sayıda birey de uygarlıkla ilgileniyor, ama gerçek aydınlanmayla ilgilenmiyor. Bunlardan birincisi kolaydır, onaylanan bir şeydir. İkincisiyse büyük çabalar gerektirir, bu nedenle de büyük çoğunluk tarafından her zaman nefret ve düşmanlıkla karşılanır; çünkü uygarlığın aldatmacasını açığa çıkarır.’’ Tolstoy- İlkesiz Yaşam
Devletlerin birbirleriyle münasebetlerinde akla uygun tek yol, tek tek insanlar gibi, vahşi ve başıboş hürriyetlerinden vazgeçerek umumi kanununların müeyyidesi altına girmek ve daima gelişerek sonunda bütün dünya milletlerini kucaklayacak bir milletler devleti (civitas gentium) kurmaktır. Immanuel Kant , Ebedî Barış Üzerine Felsefî Bir Deneme
Sağduyu tarafından özgürlüğe karşı kullanabilecek en kesin kanıtlardan biri bize güçsüzlüğümüzün hatırlatılmasıdır. Durumumuzu değiştirmek arzusundan uzak olduğumuz, kendimizi değiştirmeye muktedir olmadığımız ileri sürülür. Ben ne sınıfımın ne milletimin ne ailemin kaderinden kaçmada “özgür”değilim ya da kendi gücümü ve talihimi yaratamam ya da en önemli açlıklarıma ve alışkanlıklarıma hakim olamam. Jean-Paul Sartre, Being and Nothingness
Eğer ülkemle arkadaşıma ihanet etmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam keşke ülkeme ihanet etme cesaretim olsa derim. E.M.Forster, “What I beleive” in Two Cheers for Democracy , Penguin Book,1965,P.76
Kaynakça
- Doğuhan Murat Yücel, Son Dönem Osmanlı Düşüncesinde Hürriyet Kavramının Çözümlemesi, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Bahar 2017, Sayı 19, ss. 179-188
[1] TDK. 1998: 2473.
[2] BÜYÜKARMAN, D.A. 2008: “Vatan Kavramının Türk Tiyatro Edebiyatındaki Seyri Üzerine Bir İnceleme”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 37, Erzurum, s. 128.
[3] BÜYÜKARMAN, D.A. 2008: 130.