Ludwig Wittgenstein’ın hayatını özetlemiş ve analitik felsefe geleneğindeki önemini belirtmiştik. Onun mühendislik öğrenimi sırasında karşılaştığı matematik problemleri onu matematik felsefesine ve Russel’a; onlar da Wittgenstein’ı felsefenin temel sorunlarına ve dile yönlendirmiştir.
Cambridge’de felsefe yaparken felsefenin işlevini mantıkla özdeşleştiren ve metafiziği reddeden mantıkçı pozitivist bir felsefe yürütmüştür. Wittgenstein ve Russel özellikle mantıksal atomculuk olarak bilinen ve parçaların bütünü görmeden bilinemeyeceğini öne süren bir düşünceye sahip oldukları söylenebilir. Wittgenstein geç döneme kadar dünyanın daha fazla parçalanamayan mantıksal gerçeklerden(atomlardan) oluştuğunu düşünür. Bu idealist söylem geç dönemde filozof tarafından reddedilmiştir.
Mantık disiplini 2300 yıldır kurucusu Aristo’nun prensipleriyle çalışırken 19. yüzyılın sonundan itibaren yüz yılda Frege’nin matematik-mantık-dil birlikteliğini anlatması, Russel’ın sembolik mantığı sistemleştirmesi ve Wittgenstein’ın dilin sınırlarını belirlemeye çalışması ile uzun süren uykusundan uyandırılmıştır.
Frege ve Russel daha çok ve fonksiyonel çalışmalar yapmış olsa da felsefesini yaşayan ve radikal denemelerden kaçınmayan bu filozofun felsefe yapmak dediğimiz uygulamalı felsefe için Sokrates etkisinde ve yaşayan bir felsefe içerdiği söylenebilir. Yani filozofu okurken sadece felsefe tarihi öğrenmeyip aynı zamanda faal bir uygulama görmemiz onu özel kılar.
Hayatı sırasında yayımladığı tek felsefe eseri Tractatus Logico-Philosophicus 70 sayfa olmasına ve kısa önermelerden oluşmasına rağmen felsefe tarihine ve metoduna muazzam etkiler bırakmıştır. 526 önermede dilin sınırlarını ve kendi ifadesiyle “etiği” konu edinmiştir. Eserde dil ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi ve dilin sınırlarını belirlemeye çalışmıştır. Eserde temellendirmelerini hiyerarşik bir şekilde numaralandırılmış ve argüman geliştirmeye uğraşmadan eksik kıyas yapısındaki ilan edici önermelerle yapmaktadır.
Dilin sınırlarını konu edinmesi Immanuel Kant‘ın Saf Aklın Eleştirisi’nde “neyi bilebilirim” sorusunu sormasına benzer. Sınırları belirleyerek imkanları ve dolayısıyla ulaşılamayacak hedefleri de belirler. Aynen Kant’ın bazı şeyleri anlayamayacağımız sonucuna ulaşması gibi Wittgenstein da felsefedeki birçok problemin dilin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını ve bazı konularda felsefe yürütmenin imkansız olduğunu söyler. Bunun en büyük örneği mantıkçı pozitivizmin de savaş açtığı metafizik önermelerin dilin sınırları içinde yer almadığı için hakkında konuşmanın imkansız olmasıdır. Ona göre bu eserde filozofların içine düştüğü büyük metafizik problemi dili çözümlemek yoluyla gidermiştir.
Dil önermelerden müteşekkildir. Yani yargı bildiren, doğru veya yanlış olabilen iddialar vardır. Bununla birlikte dünya ise gerçeklerden(olgulardan) oluşur. Önermeler gerçeklerin resimlerini oluşturur. Bu resimler dünyanın haritaları gibi, temsilidir. Gerçeklere işaret etmeyen önermeler(haritalar) daha fazla sorun yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Örneğin “tanrı iyi midir?” Burada iki terim vardır. Tanrı ve iyi. Bu iki terimi de gerçeklikte somut olarak gösteremiyor ya da kesin bir tanım veremiyoruz. Dolayısıyla bu soru daha fazla sorun üretir. Sonuç olarak dil gerçeklere ilişkin iddiaları ifade etmelidir. Gerçek dışını ifade ettiğinde işler daha da karışır. Dilin sınırları da bu halde dünyanın sınırlarıdır.
Felsefeyi mantıksal incelemelere indirgeyen analitik bir anlayışla önermeleri mantıksal analize tabi tutmak ve belli bir şekli olan dilin ve dünyanın parçalarına ayrılarak analitik felsefe dediğimiz “ne dediğimizi anlamak” şeklinde bir uğraşa girişen Wittgenstein’ın dünya ve dil ayrımında ikisinin de yapısını tasvir ederken ikisinin ilişkisini ve etkileşimini de Tractatus’taki 526 önermede açımlar.
Erken dönem olarak adlandırılan bu düşüncelerden sonra geç dönem olarak bilinen ve ölümünden sonra yayımlanan Felsefi Soruşturmalar eserinde özetlenen farklı bir döneme girmiştir. Tractatus’tan sonra felsefi bir problem kalmadığı iddiasıyla on yıl kadar başka işlerle uğraşmış, sonra hata yaptığını düşünerek felsefeye geri dönmüştür. Dilin sadece önermelerden oluştuğuna dair iddiasını dilin sürekli değişen yapısı nedeniyle sabit resimler yerine kullanımla değişen değişkenler olduğu iddiasıyla değiştirir.
1.Dünya olup biten herşeydir.
2.Olduğu gibi olan, olgu, olgu bağlamlarının öyle varolmasıdır.
3.Olguların mantıksal tasarımı, düşüncedir.
4.Düşünce anlamlı tümcedir.
5.Tümce, temel tümcelerin doğruluk işlevidir. ( Temel tümce kendi kendisinin doğruluk işlevidir.)
6.Bir doğruluk işlevinin genel biçimi şu şekildedir: Bu, tümcenin genel biçimidir.
7.Üzerinde konuşulamayan konuda susmalı.
L.Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, Metis Yay., 2005.
Sonraki yazı Wittgenstein’ın iki dönemi arasındaki farklar hakkında olacaktır.