İnsan olduğumuzdan beri giderek yalnızlaşıyoruz. Giderek çevreden uzaklaşıyor ve içimize kapanıyoruz. Ötekilerden farklı olduğumuzu düşünmek hoşumuza gidiyor. Her şey bir yana, insan başka bir yana diyoruz. İnsanlar arasında da birey olarak aynısını yapıyoruz. Dışarıya kendimizi kapatıyoruz. Yalnız kalıyoruz. Ancak şu soru akla geliyor: her şeyin bir bütün olduğu evrende yalnız kalabilir miyiz? Yalnızlığın yöntemi nedir? Yalnızlığı anlamak için uğraşalım.
Bilim insanlarına göre her şey ilk başta küçük yoğun bir noktadan ibaretti. Evren dediğimiz şey çok dar bir alanda yoğunlaşmış enerjiydi. Daha sonra bu enerji yayılmaya ve farklılaşmaya başladı. Farklı parçacıklar ve elementler ortaya çıktı. Enerji kendini değiştiriyordu. Çok değil, biraz milyar yıl sonra, enerjinin alelade bir şekli olan “biz” ortaya çıktık. Daha önce de vardık, ama şu an onları saymıyoruz. Çünkü biz soylu insanoğluyuz. Her ne kadar vücudumuzun her parçası milyarlarca yılda yıldızların içinde oluştuysa da onlara “biz” demiyoruz. Dışarıdan bakınca akıl dışı bir davranış ama yapacak bir şey yok. Yalnız kalmak istiyoruz. Evrende yalnız biz varmışız gibi davranmak bizi teselli ediyor.
Doğal hayat içinde de yalnız biz varmışız gibi bir tutum içerisindeyiz. Canlı hayatını bencilce tüketip yaşamı yok ediyoruz. Yalnız olduğumuzu ve başka bir şeye ihtiyacımız olmadığını düşünüyoruz. Ne yazık ki bu tutum zamanla çoğalan bir yalnızlaşma hastalığına dönüşmüş durumda. İlk başta biz vardı, ama doğa ile birdik, farklılaştık. Zaman geçtikçe doğadan ayrıldık ve insan ayrı bir yer edindi. Sonra insan doğası diyebileceğimiz bütünün içinde “kendimizi” oluşturduk. Başlarda insan bizden olana işaret ediyordu. İnsanlar arasında fazla bir ayrım yoktu. Zamanla insan sözcüğü çok farklı hayatların simgesi oluverdi. “Birey” olmuştuk. Gittikçe artan bireyleşme bizi insan içerisinde ayrı bir doğaya götürüyordu. Nihayetinde bireyleşmenin hat safhasına ulaştık. Çağdaş zamanlarda daha da birey olamayacağımız konumlara geldik. Artık iletişim dahi kurmuyoruz. Başkasıyla konuşmadan, “tek başına” geçen günlerimiz var.
Bireyleşmenin en büyük belirtisi yalnızlaşma hissidir. Birey, yalnız olduğunu hisseder. Böylelikle kendi dünyasını oluşturur. İnsanoğlunun zaman geçtikçe yalnızlaştığını görebiliriz. Bu kadar farklı ulus, din, görüş, kişilik yalnızlaşmanın ürünüdür. Kendini farklı hisseden insanlar diğerlerinden ayrılmakta ve kendi kurallarını oluşturmaktadır. Peki bunun sakıncası nedir? İlk olarak bütünü görmemizi engellediği söylenebilir. Diğer insanlarla konuşmamak, onları ötekileştirmek bizi temel yapımızdan uzaklaştırır. Hayat bağlarımıza zarar verir ve sonunda yok olmamıza neden olur. Neden yalnız olalım ki? Yaşamak bireyin yalnız halinde bile toplumsal bir eylemdir. Biz kendimizi yalnız sanırız, ama yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz her şey farklı bir bizin parçasıdır.
Yalnız kalmak görmemizi engelledi. Diğerlerini hesaba katmayınca değer yargılarımız bireyden öteye gidemedi. Çağdaş dünya bir yalnızlık hatasının eseri oldu. Kendini ötekilerden farklı sanan insanlar diğerlerini insan olarak bile görmemeye başladı. Zaten kendi hırsları için doğayı tüketen benciller, insanları da tüketmeye başladılar. Dünya uzak bir ülkede ölümcül şartlarda çalışan insanların ürettiği elektronik aletlerle eğlenir hale geldi. Kendi içimize o kadar kapandık ki suya ve barışa muhtaç insanları görmezden gelip sadece pahalı oyuncakları görmeye başladık. O kadar yalnızmış gibi davranıyoruz ki kullandığımız eşyanın nereden geldiğini sorgulamıyoruz. Eşyanın “benim” olması dışında bir şey düşünmüyoruz. Kendi içimize kapandığımız için onu meydana getiren köleleri görmüyoruz. Bizi daha da yalnızlığa iten ve oyalamaktan başka hiçbir işlevi olmayan heveslerimiz için doğayı ve insanları ötekileştiriyoruz.
Giderek yalnızlaşıyoruz. İnsan olmak diğerleriyle irtibatı kesmek anlamına geldi. Kendimizi en yüce canlı saymamız bu yalnızlığın belirtisidir. Sanki yalnızca kendimizin yaşamaya ve mutlu olmaya hakkı varmış gibi davranıyoruz. Gelecek, duvarlar arasında başka herhangi bir canlıyla iletişim kurmayan insanlar getiriyor. Nasıl üretildiğinden, nasıl çalıştığından haberdar olmadığımız aletlerin önünde sanal hayatlar üreterek gerçeğini de yok ediyoruz. Çağımız insan ilişkilerinde başarısız bir nesil getiriyor. Sanal varlıkları kendilerinin önünde ve kendileriyle alakasız bireyler üretiyoruz. Başkalarını alt edip kendimizi avutmak için dünyayla bağları koparıyor ve sanal olana adım atıyoruz. Sanal dünya tam da yalnız insana göre bir yer haline geliyor. Ötekileri istediğimiz gibi görüyor ve en yüce varlık oluyoruz. Yalnızlığın ve yok olmanın son durağı büyük dünyanın içerisindeki küçük ekranlarımızdır. Yalnızlık kaçınılmaz bir hal almadan ekranlarımızı kapatıp birbirimizin yüzüne bakmalıyız.
Ayrıca Bakınız
- dmy.info/category/teknoloji/sanal
- dmy.info/biz-bir-sevgi-hikayesi/
- Kent Kültüründe Yalnızlık Duygusu, Filiz Gün
Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder. C. Jung
Güzel bir yazı, felsefenin yalnızlığa ittiğini düşündüm bir an.. Ruhunuza sağlık
Yalnızlık mı, yoksa paylaşmak mı? Sanıyorum bizi yalnızlığa yaklaştıran kibrimiz daha hafif ifade ile benliğimiz oluyor çoğu zaman. Paylaşmak, feragat etmek, bir şeyler “vermek”; emek, anlayış ve kavrayış gerektiriyor. İnsan hep kolaya kaçmak istiyor.
Ama kolay diye kaçtığımız yalnızlık benliğimizi şişirip bizi daha da yalnızlaştırmıyor mu? Bu sefer mutsuzluk, tatminsizlik peşimizden geliyor.
Gene durum “orta”ya, “denge”ye, “yeterli”ye geliyor. Makro ölçekten mikro ölçeye kadar sonsuz olan evrende insanın arada kalmışlığının dengesi gibi bir dengeye…
Sonra; “saçma” mı diyorum; uzak bir ülkede ölümcül şartlarda çalışan insanların ürettiği elektronik aletlere bakmaya devam ediyorum.
Buna benzer bir duyguyu sinemada tadıyorum. Filmin gerçekliği içinde nedensellik arıyor ve dışarı çıktığımda nedensellik aramama şaşırıyorum. Ne sinema filminin gerçekliğini reddediyorum, ne de hayat filminin gerçekliğini. Filmi anlamak için varsayıyorum. Belki de senaryonun sonraki kısmı için acele ediyorum. Aletlere bakmaya devam ediyorum. Belki de sadece devam ediyoruz. Devam etmek. Bu.
Yalnızlık kavramı rölatif bence, ve bu durum bu kelimeyi herkesin kendine göre çekebileceği farklı bir hâl almaya sebebiyet verebiliyor. Kimine göre tanıdığı yüzlerce kişi olmasına rağmen, insanın kendini yine de tek başına hissetmesi… Kimine göre inzivaya çekilmiş öylece düşünüp sürekli sorular sorması…Kimine göreyse hayatı boyunca anlaşılmamış ve anlaşılamayacak olması…Bunlar arttırılabilir, ve tüm bu sonuçlar insanın hissiyatında benzer durumlar oluşturmuş olsa bile, asıl olan insanın neden kendini yalnız hissettiği bence… Geçmişten günümüze artış gösteren bir bireyselleşme gözlüyoruz, gittikçe kapılarımızı dışarıya karşı kapattığımız, yönelimlerimizin değiştiği, ihtiyaçlarımızın ve özellikle paranın kölesi olmaya başladığımız bir evredeyiz. Bunda teknolojinin de payı büyük, hatta en büyük kaynağı diyebilirim. Şöyle ki sürekli gelişen ve hızlanan bir teknolojiden söz ediyoruz. Bu durumun bize yansıması da zor olmuyor. Kendimizi teknolojinin nimetlerine kaptırmaktan, insanın yüzlerine yabancılaşıyoruz, en kötüsü kendimize yabancılaşıyoruz. Her şey öyle hızlı gelişiyor ki, durup düşünmeye zamanımız yokmuş gibi, bir şeylerin hızına yetişmeye çalışıyoruz, tüm bu handikaplar bizi, kendimizi tanımaya çalışmaktan alıkoyuyor. Kendimizi anlamayınca başkalarına da anlam veremiyoruz doğal olarak. Sonra iletişim bozuklukları ortaya çıkıyor. Anlaşılmadıkça kendimize dönmeye çalışıyoruz, bunu yaparken yine ve yine teknolojinin kölesi olmaya devam ediyoruz. Bu böyle kısır döngü gibi devam edecek…Yalnızlıksa insanın varoluşuyla beraber süregeldiği, bir kavram dolayısıyla çıkarıp atamayız, onla yaşamayı öğrenmek zorundayız, evet yalnızlık değiştiremeyeceğimiz şeylerden bir tanesi olarak var olsa da görmezden gelebiliriz…Belki onu görmezden gelmeye başladıkça insanları daha iyi anlayacağız, daha net anlaşılacağız, dinlemeyi tekrar öğrenmiş olacağız, belki bir şeyler daha iyiye gidecek, kim bilir…
Şairin de dediği gibi, “yalnızız.” Ama bu tek kelimelik cümlede bile bir kalabalık var. Öyle, ama değil. Tam felsefi bir konu.
Felsefi degil tam olarak, ama tartişilabilir bir konu.. Üzerine yüzlerce şey söylenebilir.